Kayıt Tarihi: 18 Kasım 2019 Pazartesi 21:34
Seyahatnamelerde Ereğli
1961 yılının 6. Ayının 16'sında Eregli'de iki kuşaktır eczacı bir ailenin ikinci oğlu olarak dünyaya geldim.Turgut Reis Ilkokulu'nun ardından Galatasaray Lisesi'ni 1980'de bitirdim..On yaşlarından beridir kokusunda büyüdüğüm Memleket Eczanesi beni eczacı yaptı.Askerlik görevini yerine getirdiğim 1986-87 Çanakkale Deniz Hastanesi dönemi dışında dedemin eczanesinde babamla birlikte çalıştık.Halen üçüncü kuşak olarak dede yadigârı Memleket Eczanesi'ni sürdürmeye çalışırken 2004'ten bugüne Ecz. Sabit Duran'ın Ereğli Tarihi'ni yayınlamak üzerine başladığım çalışmalar beni bir yerel tarih tutkunu haline getirdi.Geçen yılsonu yayımlanan "Kastamonu ve Bolu Salnamelerinde Ereğli" adlı bir kitabım var..
Suraiya Faroqhi

Ereğli’ye 1404 yılında uğrayan İspanyol elçisi de Clavijo’dan sonra kentten ilk söz eden seyyah, 17. yüzyılda yöremizden geçmiş olan Evliya Çelebi’dir. Dolayısıyla, kentimizin 16. yüzyıldaki durumuna tanıklık etmiş bildiğimiz bir seyahatname yoktur. Bu açığı döneme ait çok değerli çalışmaları olan bir tarihçinin yeni ulaştığımız bir eseri ile kapatmak istedik.

Alman bir anne ve Hint Müslümanı bir hekim babanın çocuğu olarak 1941 yılında Berlin’de doğmuş olan Suraiya Faroqhi, Hamburg Üniversitesi'nde eğitimini sürdürürken öğrenci değişim programı çerçevesinde İstanbul Üniversitesi'nde değerli tarihçimiz Ömer Lütfi Barkan'ın öğrencisi olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun klasik dönem ekonomik ve toplumsal tarihi üzerine çalışan Faroqhi’nin İngilizce, Türkçe ve Almanca yayımlanmış çok sayıda eseri bulunmaktadır.

Profesör Faroqhi’nin, 1520-1650 tarihleri arasında orta ve batı Anadolu Osmanlı kentlerinin ekonomik-toplumsal durumlarını ele aldığı Osmanlı’da Kentler ve Kentliler (1) adlı eseri, ana kaynağımız.

Bir bölümü İstanbul Üniversitesi’nde 1980 yılında verdiği doçentlik tezine dayanan bu eserini tarihçimiz, dönemin Osmanlı Tapu Tahrir Defterlerini inceleyerek yazmış; 400 ve üstü vergi mükellefi olan yerleşim yerlerini konu almıştır. Ereğli, aşağıda göreceğiniz üzere, sözkonusu dönemde yazarın koyduğu sınırların da altında kalan küçük bir kenttir. Eserin Liman Kentleri ve Deniz Ticaretinin Hacmi başlıklı 4. Bölümünde Trabzon, Samsun, Sinop, İnebolu, Amasra, Mudanya ve Mihaliç, Anadolu ve Ege Adaları ve Alanya ile birlikte konu edilir. Bu kentler içinde ticaret hacmi olarak da çok zayıftır.

Aşağıda çalışmanın Amasra ve Ereğli bölümlerini (2) bulacaksınız:

“Amasra 19. yüzyıl başlarında, Boré adlı gezgin bu yerleşime kasaba denemeyeceğini belirtiyordu. 16. Yüzyıl tahrir defterleri bu gözlemin önceki dönemler için de geçerli olduğunu ortaya koymaktadır. I. Selim döneminde Amasra’nın kale ve Amasraönü adında bir köy olmak üzere iki kısmı olduğu anlaşılıyor. Amasra’nın 16. Yüzyıl tahrir defterlerinin bütün vergi mükelleflerini kapsamıyor olması muhtemeldir, gene de II. Selim döneminde kale duvarları içinde yalnız 14 hane ve kalenin askerlerinin kayıtlı olması anlamlıdır. Yerleşimde bir ya da iki cami vardı ve köyde toplanan vergilerin önemli bir kısmı bu camilerin bakım ve onarımı için harcanırdı.

I. Selim dönemine ait olan tahrir defterinde liman vergilerinden elde edilen gelir 5.000 akçe olarak tahmin edilmektedir, ancak gerçekte toplanan vergi miktarı bu tutarın çok altındaydı. İlgili mültezimlerin kayıtlarından, 1516-17’lerde Amasra’da toplanan gümrük vergilerinin yılda 700 akçe dolaylarında olduğunu öğreniyoruz. Bu bölgedeki ticari grafiğin önemli bir kısmı Bartan (Bartın) iskelesinden geçiyordu. Sonraki yıllar için Amasra ve Bartın iskelelerinin hesapları birlikte tutulmuştur, ancak, trafiğin büyük bir kısmının Bartın’dan geçmeye devam ettiğini varsaymak mantıklı olacaktır. 1541-42’ye değin olan rakamlar elimizdedir. Sözkonusu rakamlar belirgin bir eğilim göstermeyip, günümüz araştırmacısının kavrayışının ötesinde bazı yerel nedenlerden kaynaklanıyor olabilecek çeşitli dalgalanmaları yansıtmaktadır. Ancak, 5.000 akçe sınırına hiçbir zaman yaklaşılamamıştır. Amasra iskelesinde emin dışında hiçbir görevli bulunmadığı da anlaşılıyor. Bütün bu veriler, esir getirilmesinin yarattığı kısa ve geçici canlılık dönemleri dışında, Amasra’daki ticari faaliyetin çok sınırlı boyutlarda kaldığını ortaya koymaktadır.

Bendereğli (Karadeniz Ereğlisi) Bendereğli köyüne ve gümrük gelirlerine ilişkin bilgiler benzer büyüklükte iskelelere ilişkin olanlardan oldukça daha fazladır. 16. Yüzyılın ilk yıllarında yapılan bir sayıma göre köyde 221 vergi mükellefi yaşamaktadır. Nüfusun az olmasına ve yalnızca bir nahiye merkezi olmasına karşın, bu yerleşimde bir kadı, bir de dükkanları, pazaryeri ve pazar vergileri olan çarşı vardı.

Bendereğli dükkanlarının vergileri ayrı bir tımar oluşturduğundan, adları ve sahipleri tahrir defterlerinde ayrı ayrı belirtilmiştir. Ancak, bu dükkan sahiplerinin çok küçük bir kısmının vergi mükellefleri arasında geçiyor olması söz konusu listenin vergi mükellefleri kayıtlarından önce hazırlandığını akla getirmektedir. Bu dükkan sahiplerinin bir kısmı başka kent ve köylerde oturuyor olsalar da, çoğunluğunun Bendereğli sakinleri olması gerekir. Dolayısıyla, 16. yüzyıl başlarına ait defterde kayıtlı bulunan dükkan sahiplerinin tahrir defterlerinin derlenmesinden önce ölmüş oldukları varsayılabilir.

16. Yüzyıl başına ilişkin tahrir defterlerine göre, hepsi Müslüman olan 52 kişi toplam 113 dükkana sahipti. Söz konusu dükkanların bir kısmı yalnızca depo görevini yerine getiriyor olabilir. Listede yer alan bütün işyerlerinin dükkan ve atölye olması halinde, Bendereğli’nin faal nüfusunun yarıdan fazlasının zanaatkar ve küçük dükkan sahibi olması gerekirdi. Geri kalanlar da, herhalde ya geçimlerini denizden sağlıyor, ya da bahçecilik yapıyor ve küçük toprak parçalarını işliyorlardı.

Denizcilikle bahçeciliğin çakıştığı durumlara rastlanabiliyordu. Mahmud Reis’in oğlu olan ve yılda 5 akçe öşr-i bahçe ödeyen Ömer Reis ile, yılda 6 akçe öşr-i bahçe ödeyen Ahmed Reis bu durumdaydılar. Reis ünvanına sahip olduklarına göre bu kişiler muhtemelen denizciydiler. Bazı toprak parçaları birkaç kişi tarafından birlikte işlenirdi. Sahiplerinden birinin sık sık köy dışına çıktığı durumlarda bu düzenleme yararlı olurdu. Bazı ailelerin hem dükkan hem toprağı vardı. Bu bilgilerden hareketle köyün önde gelen akrabalık gruplarının bazılarının saptanması mümkündür. Örneğin İsrail’in üç oğlundan Abdullah’ın dükkanı, Kara Ali’nin ise toprağı vardı.

Ahalinin daha yoksul kesimleri arasında çok sayıda azat edilmiş köle vardı. Adlarının yanına atik ya da azat yazıldığı için kolayca ayırt edilebilen bu kişilerin eski sahiplerinin adları da belirtilirdi. Bendereğli’deki 179 Müslüman vergi mükellefinin 18’i bu kategoriye girmektedir. Bu yüksek oran Ereğli’nin yalnızca bir esir indirme iskelesi olmakla kalmadığını, köy halkının da esir ticaretiyle uğraştığını göstermektedir. Azat edilmiş köle sahiplerinin üçünün reis olması bu gözlemi doğrulamaktadır. Yalnızca üç azatın kökeni bilinmekle birlikte, esirlerin çoğunun köye kuzey Karadeniz kıyılarından getirildiğini varsayabiliriz.

1515-16’da Bendereğli’de adlarından Rum oldukları anlaşılan küçük bir Hristiyan grubu da vardı. Müslüman nüfus arasında göçmen olarak belirtilenlerin çok az olmasına (bunlar da genellikle Sinop ve Daday’dan gelmişlerdi) karşın toplam 42 Hristiyan vergi mükellefinden 6’sının adının yanına “Trabzoni” kaydı düşülmüştü. Bu kişiler herhalde Trabzon’un Osmanlılarca fethini izleyen karışıklık yıllarında kentlerini terk etmiş yeni göçmenlerdi. Azat edilmeden önce Ali Reis, Aydın Reis ve İlyas’a ait olan üç gayrimüslim azatın varlığı dikkat çekmektedir. Bu olgu en azından Bendereğli’de azat edilmenin zorunlu önkoşulunun İslamiyetin kabulü olmadığını göstermektedir. Hristiyan ailelerin bir kısmının köy yakınlarında toprağı vardı. Hiçbir Hristiyan erkekten reis diye söz edilmemesi ise nüfusun bu kesiminin balıkçılık ve deniz ticaretiyle pek uğraşmadığını gösteriyor.

Bendereğli’de bir iskele vardı ve 1515-16 tahrir defterlerine göre liman vergileri 5.484 akçe tutarındaydı. Bu toplama Akçaşehir (Akçakoca) ve Sakarya (leb-i Sakarya: Sakarya ağzı) da dahildi. Karasu iskelesinin adı belirtilmemiş olmakla birlikte, sonraki yıllara ilişkin kayıtlarda bu çok küçük limanın da Bendereğli hesaplarına dahil edildiğini görüyoruz. Dolayısıyla, bu limandan elde edilen gelirin de Bendereğli gümrük mukataasının bir parçasını oluşturduğu kanısındayız.

1531-32 tarihli olup Bendereğli limanını tek başına ele alan, eldeki en eski ve ayrıntılı muhasebe kaydına göre, gümrük vergileriyle bir iki önemsiz vergi gelirinin toplamı yılda 11.000 akçenin üzerindeydi. Bunu izleyen 10 yıl ise bu kadar parlak geçmedi. Yöre tarihine ilişkin bilgi yokluğu nedeniyle bu düşüşün nedenini saptamak oldukça güç. 1546-47’de bilinmeyen bir takım gelişmenin sonucu olarak yeni bir doruk noktasına gelindi ve yalnızca Bendereğli’de toplanan gümrük vergileri çok kısa bir süre için 20.000 akçeyi aştı. Ancak 940-41 (1532-33) ve 953’lerdeki (1546-47) çok yüksek gelirlerin olağanüstü olduğu yorumu akla yakındır. Bu ikisi dışarıda bırakıldığında, geri kalan rakamların 10.000 akçelik bir ortalama etrafında dalgalandığı görülmektedir. Karasu, Akçaşehir ve Sakarya ağzı’nda elde edilen gümrük vergilerinin toplamı tek başına Bendereğli’de elde edilenin yarısı kadardı. Bu küçük limanları da içeren bir veriler dizisini kullanarak Bendereğli verilerini yüzyılın ortalarına kadar getirmek mümkündür. Bu dizideki rakamlar 15.000 akçelik bir ortalama etrafında dalgalanmakta olup belirli bir eğimden yoksundurlar. 954-955’e (1547-48) ait rakamların çok düşük olmasının nedeni ise verilerin kış mevsiminin tamamını kapsayan 7 aylık bir döneme ait olmasıdır. Bu nedenle, yapılacak bir ekstrapolasyon, vergi geliri düzeylerinin gerçek değerlerinin çok altında görünmesine yol açacaktır.

Küçük bir liman olan Bendereğli’de eminin tek bir yardımcısı vardı: kâtip. Bendereğli gümrük gelirlerinin, Ereğli ve Amasra camilerindeki görevlilerinin maaşları dışında çok küçük bir kısmı yerel olarak harcanıyordu. Bu gelirlerin önemli bir kısmının nakit olarak başkente gönderildiği anlaşılıyor.

16. Yüzyılın ilk yarısında Bendereğli’nin ticari etkinliği muhtemelen pek artmamış olmakla birlikte vergi mükelleflerinin sayısı yüzde 50 civarında arttı. Bunu II. Selim döneminde düzenlenen bir tahrir defterinden öğreniyoruz. Yazık ki bu tahrir defteri öncekinden daha az bilgi içermektedir; vergi mükelleflerine ve bahçe sayılarına ilişkin sayım yenilendiği halde dükkanların sayısı eski defterden olduğu gibi kopya edilmiştir. Bu listenin güncelleştirilmesi için yapılan tek şey toplam 24 dükkana sahip on kişinin eklenmesi olmuştur. Müslüman ahalinin nüfusu önemli bir artış göstererek 258 yetişkin erkeğe ulaşmıştır. Köydeki idari etkinliğin genişlemesi şu ya da bu nedenle bazı vergilerden muaf olan kişilerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Söz konusu kişiler arasında, çevre köylerden vergi toplamaları nedeniyle özel bir konuma sahip oldukları anlaşılan on iki muhassıl, beş mülazim(ulema adayı), en az iki kadı ya da eski kadı ve bir müderris bulunmaktadır. Tahmin edilebileceği gibi, kadıların bahçeleri vardır. Yaşlılık nedeniyle vergi muafiyeti tanınan kişilerin (pir-i fani) devletten emekli maaşı alan duacılar ve peygamber ailesinden geldikleri ileri sürülen birkaç seyyit de kayıtlarda yer almaktadır. I. Selim dönemine ait tahrir defterinde ise merkezi idare görevlilerinin sayısı çok daha az olup vergiden yalnızca bir kadı, bir imam ve bir sahib-i berat muaf tutulmuştur. Belli bir resmi statüye sahip kentli sayısının artışı 16. ve 17. yüzyıllarda sık rastlanan bir olaydı. Bendereğli’deki durum bu genel eğilime bir örnek oluşturmaktadır.

Bahçe ve işlenen toprak parçası sayılarının arttığı ve köyün yeni sakinlerinden bir kısmının geçimlerini bahçecilik ve toprak işlemekle sağladığı düşünülebilir. Toprağa sahip olan ya da toprağı tasarrufunda bulunduranlar arasında bazı kadınlar da vardır. Hristiyan toprak sahiplerinin hemen hemen hepsi ortadan kaybolmuştur; bunların İslamiyeti kabul ederek adlarını mı değiştirdikleri, yoksa topraklarını mı sattıkları bilinmemektedir. Tarımsal vergi kayıtlarından Ereğli topraklarında buğday, alef(yem), darı, keten ve meyve yetiştirildiği anlaşılmaktadır. Yerleşime yakın birkaç pirinç tarlasından da söz edilmektedir. Aynî vergi miktarları oldukça düşük olup 16. Yüzyıl başından beri arttırılmamıştır. Kadıların ve diğer önde gelen kişilerin, yörenin yoksulluğunu ve tarımsal kaynakların kıtlığını öne sürerek tahrir defterlerini hazırlayan görevliyi etkilemiş oldukları varsayılabilir.”

Faroqhi araştırmasında, Ereğli’deki Tabakhaneden de söz eder. Bugün üzeri kapatılmış olan çarşı merkezindeki Tabakhane Deresine adını veren ve 19. yüzyılın sonunda faaliyetini devam ettirdiğini Jules Laurens’in gravüründen ve Salname kayıtlarından bildiğimiz Tabakhane için eserin Deri İmalatı, Deri Zanaatları ve Kent Çarşısı başlıklı 6. Bölümünde (3) şunlar yazılıdır:

“Anadolu kentlerindeki debbağhanelerin mekânsal düzenlemelerine ilişkin bilgiler oldukça sınırlıdır. Birçok yerleşimde debbağhane denen mahalleler vardı. Fakat, tabaklama sürecinde çıkan kokuların bu mahallelerdeki yaşamı tatsızlaştırması nedeniyle, André Raymond’un Kahire örneğinde gösterdiği gibi, kent büyüdükçe debbağhanelerin yeri genellikle değiştirilirdi. Debbağhane diye bilinen kalabalık mahallelerde debbağlar dışında da pek çok kişinin yaşadığı anlaşılan 17. yüzyıl başı Kayseri’sinde de böyle bir süreç gerçekleşmişe benzemektedir. Bendereğli (Karadeniz Ereğlisi) debbağlarına ilişkin bir belge de benzeri bir yer değiştirme isteğinden söz etmektedir; buna karşılık debbağlar dükkânlarının oturulan bölgenin dışında olduğunu ve rahatsızlık yaratmadığını öne sürmektedirler. Birçok kentte bir kısım debbağhane herhalde bir aradaydı. 16. ve 17. yüzyıldan bugüne gelen böyle yapılaşma örnekleri yoktur. Ancak, Safranbolu’daki 19. yüzyıl tabakhaneleri geleneksel Osmanlı debbağhanelerinin görünümü hakkında genel bir fikir vermektedir.”

Osmanlı İmparatorluğunda, insan ticareti dönemin bir çok ülkesinde olduğu gibi; 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar yasal bir olaydı. Faroqhi’nin araştırmasından öğrendiğimiz çok ilginç bir konu, Ereğli’nin 16. yüzyılda esir ticareti yapılan bir liman kenti olduğudur. Kitabın 3. Bölümünün Karadeniz Üzerinden Silah, Esir ve Yağ Ticareti altbaşlığında (4) şöyle yazar, Faroqhi:

“Abazalarla yapılan ticarete ilişkin belgeler, Osmanlı tüccarlarının sattıkları mal karşılığında ne aldıklarına pek değinmemektedir. Ancak elimizdeki kanıtlardan genellikle esir satın alındığını ve bu esirlerin Sinop ve Samsun gibi Karadeniz limanları üzerinden Anadolu’ya getirildiğini anlıyoruz. Anadolu’ya esir getirenlerin, bu köle değerinin beşte birini vergi (pencik) olarak ödemeleri gerektiğinden belli limanlara getirilen esir sayısına ilişkin kayıtlar tutulurdu. Bu kayıtların bir kısmı bulunabilmiştir. Dolayısıyla, örneğin Recep 927 (Haziran 1521) ve Rebiülevvel 928 (Ocak 1522) arasındaki sekiz ay boyunca Bendereğli (Karadeniz Ereğlisi) limanından Anadolu’ya 312 köle sokulduğunu biliyoruz.

Amasra’ya lişkin kayıtlar ise birkaç yıl daha öncesine, 913’e (1507-08) aittir. Söz konusu kayıtların hazırlanmasından önceki iki yıl içinde bu limana 1.357 esir getirilmişti; bu, ayda ortalama 113 esir demektir. Ancak Karadeniz’deki esir ticaretinin 16. yüzyılın ilk çeyreğinde azalma eğilimi gösterip göstermediğini saptamak için eldeki veriler yetersizdir. Amasra’nın Ereğli’den daha işlek bir liman olduğu ya da iki limana gelen esir sayıları arasındaki farklılığın tesadüfi unsurlara bağlı olduğu da aynı rahatlıkla varsayılabilir.

Yeterli rakamların olmamasına karşın, Karadeniz’deki esir ticaretinin 16. yüzyıl sonlarında ve sonraki yıllarda da önemini koruduğu açıktır. Polonya ve Rusya’ya giden tüccarlardan çalınan mallar arasında esirlerin adı geçmekte, Osmanlı idaresi Polonya Kralından ve Rus Çarından tazminat istemektedir. 16. Yüzyıl sonu ve 17. yüzyıl başına ilişkin Ankara kadı sicillerindeki azatlık belgelerinin üstünkörü bir incelenmesi, bu kentteki esirlerin çoğunun Rus ve Macar kökenli olduğu ve bir kısmının sınır savaşlarında yakalandığı, bir kısmının ise esir tüccarlarından alındığı izlenimini uyandırmaktadır. 1026’da (1617) Amasra yakınlarında bir deniz kazasına ilişkin bir belgeden, bu limanın esir ticaretinde önemli rol oynamaya devam ettiği anlaşılmaktadır. Bu kazadan sağ kurtulan tüccarlar esirlerini teslim aldıktan sonra beytülmal emirinin elinde en az beş Rus esir kalmıştı. Bunların bazıları Osmanlı devleti hesabına satılmış ve elde edilen parayla yaklaşan bir seferde kullanılmak üzere silah alınmıştı.

16. yüzyılın son çeyreğinde Karadeniz üzerinden çok sayıda esir getirildiği, bir Osmanlı gemisinin Sukhumi yakınlarında uğradığı deniz kazasına ilişkin iki belgeden de anlaşılmaktadır. Jane aşireti beylerinden biri hem gemideki esirleri, hem de esir tüccarlarını ve ailelerini kaçırdı. Söz konusu belgelerdeki rakamlar çelişmekte, birinde 90 tüccar ve 400 esirin, diğerinde ise 150 tüccar ve 508 esirin kaçırıldığı belirtilmektedir. Düşük rakamların doğru olduğunun kabul edilmesi halinde bile, bu geminin taşımakta olduğu esir sayısının, Amasra ve Bendereğli (Karadeniz Ereğlisi) pencik belgelerine göre, bu limanlara birkaç ay içinde gelen esir sayısından daha fazla olduğu görülmektedir. Bir grup Osmanlı tüccarının, 210 esirin daha gemiye yüklenmeden Kazaklarca çalındığına ilişkin şikayeti de büyük gruplar halindeki esirin ticaretinin, pek seyrek görülen bir olay olmadığını belgelemektedir.”

............................DİPNOTLAR...............................

(1) Osmanlı’da Kentler ve Kentliler –Suraiya Faroqhi – Tarih Vakfı Yurt Yayınları – İstanbul, 1994. (2. Baskı)

(2) A. G. E. Sayfa: 136-140.

(3) A. G. E. Sayfa 198-199.

(4) A. G. E. Sayfa 110-112.

 
Gösterim : 2960
YORUMLAR
Web sitemiz 04.03.2012 tarihinden itibaren;
Toplam: 21649949, Bugün: 5275 kez ziyaret edilmiştir.