Kayıt Tarihi: 18 Ağustos 2020 Salı 21:42
Seyahatnamelerde Ereğli
1961 yılının 6. Ayının 16'sında Eregli'de iki kuşaktır eczacı bir ailenin ikinci oğlu olarak dünyaya geldim.Turgut Reis Ilkokulu'nun ardından Galatasaray Lisesi'ni 1980'de bitirdim..On yaşlarından beridir kokusunda büyüdüğüm Memleket Eczanesi beni eczacı yaptı.Askerlik görevini yerine getirdiğim 1986-87 Çanakkale Deniz Hastanesi dönemi dışında dedemin eczanesinde babamla birlikte çalıştık.Halen üçüncü kuşak olarak dede yadigârı Memleket Eczanesi'ni sürdürmeye çalışırken 2004'ten bugüne Ecz. Sabit Duran'ın Ereğli Tarihi'ni yayınlamak üzerine başladığım çalışmalar beni bir yerel tarih tutkunu haline getirdi.Geçen yılsonu yayımlanan "Kastamonu ve Bolu Salnamelerinde Ereğli" adlı bir kitabım var..
Tim Severin

1940 doğumlu İngiliz kâşif, tarihçi ve yazar olan Tim Severin tarihsel figürlerin efsanevi yolculuklarını günümüzde yeniden gerçekleştirmesiyle tanınır.

1962’de Marco Polo’nun güzergâhını motorsikletle kat etmiş, 1967’de kanoyla Misissipi Nehri kâşiflerinin maceralarını yeniden yaşamış, 1976-77’de beşinci yüzyılda yaşamış olan İrlandalı Rahip Brendon’un Cennet Adasına Yolculuğunu onun kullandığı teknenin benzerini yaparak tekrar gerçekleştirmiş; 1980-81’de Sinbad’ın maceralarını romanda anlatılan teknenin bir benzeriyle tekrar yaşamış; 1984’te Ereğli’ye de uğradığı Jason’un Argonot Seferi’ni tekrar yapmış; 1985’te Homeros’un İliada destanından Odysseus’un yolculuğunu gerçekleştirmiş; 1987-88’de Haçlı Seferleri’nin güzergâhını at üzerinde kat etmiş; 1990’da Cengiz Han’ın izinde Orta Asya steplerini gezmiş; 1993’te Çin Seyahati, 1999’da Moby Dick’in izinde Beyaz Balina arayışına kalkışmış, 2002’de de Robinson Crusoe’nun peşine düşmüştür.

Yunan mitolojisinde yer alan Argonot Seferi’ni tekrar gerçekleştirmek üzere yola çıkan Tim Severin, 19-22 Haziran 1984 tarihlerinde Ereğli’de bulunmuştur.

Severin’in, 1984 yılında yaptığı seyahat; Rodos’lu Apollonius’un Argonautika adlı M.Ö. 3. yüzyılda yazılmış olan manzum eserinde anlatılan efsanedir. Ereğli’nin Megara göçmenleriyle kolonileştirilmesinden önceki dönemine ait antik eserlerde adının geçtiği ilk yapıt budur.

Öncelikle Azra Erhat’tan yararlanarak efsanenin kısa bir özetini verelim: (1)

“Yunan mitolojisinde, hemen hemen her olaya efsanevi ve tanrısal bir ‘kılıf’ giydirilmiştir. Tüm önemli kişilikler, soyların başlangıcı sayılan krallar, sonu hep bir Tanrı ile akrabalık bağına sahip olarak gösterilmişlerdir. Argonot seferi hikâyesi de, Yunan kolonicilerin Karadeniz’e çıkışlarının efsanevi anlatımından ibarettir.

Rüzgâr tanrısı Aiolos’un oğlu, Boiotia kralı Athamas bulut tanrıça Nephele ile evlenir; Phriksos’la Helle adlı biri oğlan, biri kız iki çocuğu olur. Daha sonra kral, Nephele’yi boşar, İno adlı başka bir kadınla evlenir. Üvey anneleri çocukları kıskanır, ülkede meydana gelen bir kıtlığa son verme bahanesi ile kocasını çocukları kurban etmeye zorlar. Nephele bunun üzerine çocuklarını altın postlu bir koçun sırtına bindirip Kolkhis ülkesine kaçırır. Ancak yolda Helle denize düşer (boğazlara ‘Hellespontos’ -Helle Denizi- denilmesi buna bağlanır), Phriksos ise Kolkhis’e varır ve koçu Zeus’a kurban ettikten sonra postunu kendisini iyi karşılayan kral Aietes’e armağan eder. Kolkhis kralı Aietes altın postu tanrı Ares’e adanmış bir ormandaki bir meşe ağacına asar ve önüne korkunç bir ejder diker.

Aradan yıllar geçer, tahtını üvey kardeşi Pelias’a kaptıran İolkos kralı Aison’un oğlu İason delikanlılık çağına gelince Pelias’ın karşısına çıkıp tahtını geri ister. Pelias da ondan kurtulmak için önce Kolkhis’e gidip Phriksos’un orada bıraktığı altın postu getirmesini buyurur.

İason, Argos adlı bir ustaya ellibeş kürekli bir gemi yaptırır. Adını ‘Argo’ (hızlı) koyarlar. Sefere katılanlar, Troya efsanesi öncesi kuşaktan kişilerdir. Değişik mythos yazarlarının listeleri birbirini tutmaz, ama en çok adı geçen Argonotlar şunlardır: İason, gemi ustası Argos, dümenci Tiphys, ozan Orpheus, kâhin İdmon, yarı Tanrı Herakles, Zeus’un oğlu Polydeukes, Boreas’ın oğulları Kalais’le Zetes, Peleus’la Telamon..

Tesalya’daki bir limandan denize indirilen Argo gemisi, ilk durak olarak Lemnos adasına varır. Bu adada, kocalarını öldürmüş kadınlar yaşamaktadır. Adada erkek olmadığı için, Argonotları iyi karşılayan kadınlar onlarla sevişerek gebe kalırlar.

Çanakkale Boğazı’na girmeden, Samothrake(Semendirek) adasına uğrayıp ozan Orpheus’un öğüdüyle adadaki gizemlere erdirilirler. Oradan Marmara Denizine girip Kapıdağı Yarımadasına gelirler. Delion’lar kralı Kyzikos’u yanlışlıkla öldürdükten ve bunun yasını tuttuktan sonra tekrar yola çıkıp Mysia kıyılarına varırlar. Herakles ormana girip kırdığı küreğin yerine yenisini kesmeye gider. Hylas adlı Herakles’in çok sevdiği bir genci su almaya gönderirler, genç dönmeyince Herakles onu aramaya gider. Şafak sökene dek ikisi de dönmediği için Argonotlar yollarına devam etmek zorunda kalırlar.

Kalkhedon(Kadıköy)’e geldiklerinde Bitinya bölgesinde yaşayan Bebryk’lerin kralı, Poseidon’un oğullarından biri olan dev Amykos Polydeukes’e meydan okur. Zeus oğlu Polydeukes devi yenerek bu bölgeden geçen herkese karşı olan bu insafsızca davranışına son verir.

Tekrar yola çıktıklarında fırtına gemilerini Trakya kıyılarına atar. Orada Poseidon’un oğlu kör kral Phineus’a rastlarlar. Kanatlı, kadın yüzlü canavarlar olan Harpya’ların belasına uğramış olan kralı rüzgar tanrı Boreas’ın oğulları Kalais ve Zetes bu lanetten kurtarır. Bu iyiliğe karşılık Phineus Argonot’lara ileride karşılarına çıkacak tehlikeleri nasıl atlatabileceklerini anlatır.

Karadeniz’e çıkmadan çarpışan kayalardan (Symplegad’lar) nasıl geçeceklerini de Phineus anlatır Argonot’lara. Bu kayalar, aralarından bir gemi geçerken birleşerek kapanır, gemileri parçalarlarmış. Phineus, önce bir güvercin uçurmalarını, eğer o geçmeyi başarırsa devam etmelerini, aksi halde geri dönmelerini salık verir gemicilere. Nitekim, İason’un saldığı güvercin kuyruğundan birkaç tüyünü yitirerek karşı yöne geçer, Argo gemisi de arkasından geçide girerek ancak pupası biraz zedelenerek geçmeyi başarır. Bundan sonra da Symplegad’ların çarpışmaktan vazgeçerek yerlerine mıhlandıkları anlatılır (Boğazın olağanüstü anafor ve akıntıları efsaneye bu şekilde yansımış olsa gerek). Bu engeli de aştıktan sonra, Argonotlar Yunanlıların Pontos Euksenios (Konuksever Deniz) dedikleri Karadeniz’e çıkarlar.

İlk durakları, Maryandin’lerin ülkesidir. Buradan çıkıp Amazon’ların ülkesi olan Themiskyra(Terme)’ye çıkarlar. Burada konaklamadan Kafkas dağlarının göründüğü kıyılara doğru ilerler ve Phasis ırmağına, Kolkhis’e varırlar.

Argonotlar, Altın Post’u istemek için kral Aietes’in karşısında çıktıklarında kralın kızı Medeia İason’a büyük bir aşkla tutulur. Kral Aietes’in postu vermek istememesine ve bir sürü zorluk öne sürmesine karşın, güçlü bir büyücü olan Medeia’nın yardımlarıyla birçok serüvenin ardından postu alarak gene uzun ve zorlu bir yolculuğun sonunda Yunanistan’a varırlar.”

Tim Severin bu serüvene atılmalarını kitabında şöyle anlatıyor: (2)

“Yirmi iki yüzyıl sonra yol arkadaşlarım ve ben, bu kadim kahramanları anmak, ama farklı bir şekilde anmak için ortaya atıldık. Apollonios Argonot’lara şiirle eşlik etmişti, biz onların rotalarını gerçekten izlemeyi umut ediyorduk. Jason’un asrından bir kadırga ile yola koyulduk, üç bin yıl öncesinin yirmi kürekli kadırgasıyla kendi Altın Post’umuzu: Argonot efsanesinin altında yatan gerçekleri aramaya çıkacaktık. Rehberimiz Apollonios’un Argonautika’ sının açık denizde gelen dalgalar ve yağmurdan korunmak için defalarca plastikle kaplanmış bir kopyası.. Kötümser olanlarımız hesaplamış idi, hedefimize varmak için uygun rüzgârları hesaba katmadan adam başına bir milyon defadan fazla kürek çekmemiz gerekecekti.

Kadırgamız, yeni Argo, göz kamaştırıyordu. Araştırma, plan çizimi ve inşası üç zorlu yılımıza mal olmuştu ama bittiğinde ortaya çıkan zarif çizgileri geçen her dakikamız için yeterli ödül olmuştu bize. Elli beş ayak (16,5 m) uzunluğu ve başının ilginç yay benzeri biçiminden kıç bölgesinin zarif kıvrımına kadar bir tekneden çok bir deniz canlısına benziyordu. Sürünmekte olan dev bir böceğin ayakları gibi her tarafından kürekler havalanıp koyu mavi Yunan denizinin dalgaları arasında dalıyordu. Bordadaki garip burnun altına nakşedilmiş bir çift göz kötü kötü bakışlar atıyor, bu koçbaşının tam ucuna yerleştirilmiş olan vincin bağlı olduğu çıkıntı teknenin bordası köpükler içindeki suya dalıp çıktıkça nefes alan bir burun deliği gibi horlama sesi çıkartıyordu.”

Tüm hazırlıklar tamamlandıktan sonra, yeni Argo 2 Mayıs 1984 günü Doğu Yunanistan’da Volos’tan denize açılır ve efsanede anlatılan rotayı izleyerek Ege’yi geçer, 21 Mayıs’ya Çanakkale Boğazı’na girer, Marmara’yı ve İstanbul Boğazı’nı geçerek 15 Haziran’da Karadeniz’e çıkar.

Seyahatnamelerde Ereğli kitabımız için Karadeniz’e açıldıktan Gideros Koyu’na girişlerine kadar olan bölümünün (3) çevirisini yaptık. Burada sizinle sadece Ereğli ve Zonguldak anlatımını paylaşacağız:

“19 Haziran saat ondört otuzda yüzme hocası Mark Richards yolculuğun iki yüz bininci küreğinin çekildiğini duyurdu bize. Mürettebat geri sayımın son anlarında bile kürek çekme ritmini arttıracak kadar coşku doluydu. Sabahın yedi kırkbeşinden beri, kahvaltı dahi etmeksizin kürek çektiklerine inanmak mümkün değildi. Akşamüstü uzaklarda patlayan bir fırtınanın bize gönderdiği esintiyle sonunda Ereğli burnuna ulaştık. Apollonios’a göre, buranın arkasında Cehennemin Ağzı bulunuyordu -Jason ve ilk Argo’nun seyahatinin bugün de tanımlayabildiğimiz noktalarından biri..

Bir balıkçı teknesi filosu hoş geldin demek için bekliyordu bizi. Ereğli limanından aniden çıktılar ve çevremizi neşe içinde sardılar. Güverteleri izleyici doluydu. Birden çok şaşırtıcı bir şey oldu, büyük bir balıkçı teknesi Argo’nun tam burnuna yanaştı ve dev yapılı mayolu bir Türk, köprünün üstüne tırmanıp yaklaşık on metre yükseklikten pruvamızın üzerinden denize atladı. Suyun içinde kayboldu ve ben bir an çevremizde dolanan balıkçı teknelerinin pervanelerine takılıp parçalanacağından endişe ettim. Mucize sonucu, Argo’nun koçbaşında heykel gibi dikilen Peter Wheeler’in bileğine yapıştı ve sırılsıklam olarak, bir fok balığı gibi bıyıklı ve tüylü haliyle koçbaşına tırmandı. Sarhoştu ve ilk karşısına çıkan Argonotu sıkı sıkı kucaklamak için çok kararlıydı. Şans uzun sakalı ve fırça gibi kesilmiş saçlarıyla Trondur’a güldü. Kafası dumanlı Türk dostumuz biraz endişe verici görünüyordu…

“Dik yarlarıyla bu yüksek burun”diye yazmıştı Apollonios, “Bitinya denizine doğru uzanıyordu”. “Aşağıda, deniz seviyesinde üzerinde dalgaların korkunç bir gürültüyle patladığı dev kaygan kayalardan oluşan bir düzlük vardı. Çok yüksekte, kara tarafında ise derin bir oyuğa doğru alçalıyordu. İşte burada ağaç ve yüksek kayalarla kaplı Hades’in Mağarasının girişi vardı. Soğuk derinliklerinden buzlu bir buğu yükseliyor ve tüm çevreyi ancak öğle sıcağında eriyen bir kırağı ile kaplıyordu. Öfkeli denizin sesi mağaradan gelen rüzgârın uçurduğu yaprakların uğultusuna karışıyordu. Burada aynı zamanda dağın tepesinden dökülerek dalgalarını doğu tarafında denize kavuşturan Acheron nehri de vardı. (…) Argonotlar burunlarını bu yöne çevirdiler. Az sonra, rüzgâr durdu ve Acheron Burnu’nun barınağına sığındılar.”

Cehennemin Ağzı, bugünkü Ereğli sakinlerinin Kurbağa Deresi olarak adlandırdıkları bir akarsunun sol yamacındaki kumtaşı tepelerin yamacına oyulmuş üçlü mağara dizisinin ikincisiydi. Apollonios’un metnine göre, akarsu Acheron Burnu’nun hemen yakınında Karadeniz’e dökülüyordu. Burası bugün askeri bölge, çünkü Türkiye’nin kuzeyinde stratejik bir liman olan Ereğli, Deniz Kuvvetlerinin bir karargâhı olarak hizmet veriyor. Modern kent, antik çağ Yunan limanının tamamını kaplıyor ve sahilin seyrini de değiştirmiş durumda; ancak gene de bu yüzyılın başlarına kadar teknelerin yakınına dek gelebildiği çok eski bir Hristiyan şapeli ve bir mozaik döşemenin kalıntılarını bulunduran ilk mağaraya tırmanan dolambaçlı yolun izleri görülebiliyor.

Çok daha geniş olan ikinci mağaranın kayaların arasından dışarıya açılan dar ağzını görünce buranın neden Cehennemin Ağzına benzetildiğini anlayabilirsiniz. Apollonios “buzlu buğu”dan söz eder. Buralı bir eczacının oğlu olan rehberimize göre(4), ilkbahar ve kış aylarında, yoğun bir sis sıkı bir bitki örtüsüyle kaplı vadiyi sarmalar. Bu inatçı buğu, yamaçtaki ağaç ve çalıları bir kefen gibi örter ve mağaranın ağzından yayılıyormuş gibi görünür. Kaygan kayalardan oluşan bu küçük geçit, aniden dar ve sarmal bir inişe dönüşür. Ziyaretçi, Apollonius’un “parlak buzlu” ıslak kayalarına tutunmak zorundadır. Kireçtaşı yüzey ışıldamaktadır. İçeride sıcaklık aniden düşer. Bu dar giriş, eskiden dağın içine doğru bir buçuk kilometre kadar ilerleyen ancak 1960 yılında büyük bir göçme sonucu kapanan bir uzantısı da olan bir yer altı mağarasına ulaştırır sizi. Yeraltındaki boşluğun ortasında berrak ve derin bir havuz vardır; mağaranın ıslak duvarlarından süzülen su kireçtaşını parlatmakta, tavandan damlayan ya da duvarlardan süzülen suların yaptığı yankı buz gibi havayı daha çok hissetmenizi sağlamaktadır. Buraya meşale ya da gaz lambası ile giren bir Bronz Çağ ziyaretçisi şaşkınlıkla yer altı dünyasının girişini bulduğuna gerçekten inanır. Burada bulunmuş olan çömlek kırıkları, Yunan ve Roma heykelleri parçaları ve meşalelerin bıraktığı kurum izleri Antik Çağda bir ibadet merkezi olarak kullanıldığını gösteriyor.

Efsane, Herkül’ün mitolojiye konu olan 12 işi sırasında buraya Cehennemin muhafızı dehşet verici köpek Cerberos’u yakalamak için geldiğini anlatır. Alt edilip yeryüzüne çıkarılan köpek salyalarını saçar ve denir ki; salyaların damladıkları yerlerde zehirli kurtboğan otları biter. Halk arasında tedavi edici olarak kullanılan bu bitki Ereğli civarında hâlen çok toplanır. Herkül’ün buraya tek gelişinin bu olduğunu sanır çoğu kişi, ancak efsaneler Amazon Kraliçesi’nin kemerini ele geçirmeye giderken de –ki bu da 12 işinden birisidir– buradan geçtiğini söyler. Buradaki insanlara kabile savaşlarında yardım etmiştir. Ne olursa olsun, modern kent kahramana bağlı kalmaya devam etmiştir, çünkü Ereğli, Herkül-Herakles’e adanmış antik Pontus Herakleası’nın modernize edilmiş Türkçe biçiminden başka bir şey değildir.

Jason ve Argonotlar geldiklerinde çok iyi karşılandılar. Yerel halk olan Mariandinler, mitolojide anlatılan ünlü boks maçında Pollux’un kralları Amikos’u öldürdüğü Bebrikler’in amansız düşmanlarıydı. Mariandinler ve Bebrikler birbirleriyle savaşan komşu kabilelerdi ve Mariandinlerin kralı Likus, düşmanlarına sağlam bir yenilgi yaşatan Argonotlar’ın gelişinden dolayı coşkuluydu. Kendisine kafa tutan kralı öldüren adam, Pollux bir bilge olarak kabul edildi ve Likus diğer Argonotları bir şölen düzenlemek üzere sarayına çağırdı. Aynı zamanda Kral Likus büyük Castor ve Pollux için yarımadada bir anıt inşa edeceğini açıkladı. Bu anıt, bölgeden geçecek tüm denizcilerin olayı acıyla hatırlamalarını sağlayacaktı. Ayrıca, öz oğlu Daskilos’u Küçük Asya kıyısında yaşayan diğer dost kabilelere onları tanıtmak üzere rehber olarak Argonotlarla birlikte gönderecekti.

Ne yazık ki, Likus’a ziyaret ikili bir trajediyle sona erer. Serüvenin başından beri, kâhin İdmon Jason’un seyahatinden sağ dönemeyeceğini, yabancı bir ülkede öleceğini söylemektedir. Şafakla birlikte Likus’un şöleninden kralın hediyeleriyle birlikte Argo’ya dönmekte olan yolcular, ırmağın kıyısındaki sazların içinde uyumakta olan yaşlı, vahşi bir domuzu rahatsız ederler. Kapkara hayvan İdmon’un üzerine yürür ve onu uyluğundan mahmuzlar. İdmon düşer, ölümüne yaralanmıştır. Yoldaşları domuzu mızraklarıyla öldürür ama, İdmon’u kurtaramazlar. Onu arkadaşlarının kollarında son nefesini verdiği Argo’ya kadar taşırlar. Ölümünden sonra üç günlük yas tutarlar. Dördüncü sabah, Argonotlar yoldaşlarını yarımadanın tepesine gömer, mezarının üzerinde bir höyük inşa eder ve hatıra olarak yabani bir zeytin ağacı dikerler.

Defnetme işlemlerinin neden olduğu gecikme, başka bir Argonot, zeki dümenci Tiphys için ölüm nedeni olur. Açıklanamayan, belki de Acheron bataklıklarının neden olduğu ateşli, korkunç bir hastalığa yakalanır ve ölür. Tiphys’i de yarımadaya, arkadaşının yanına gömerler. On iki gün boyunca, Altın Post seferi duraklar. Sadık arkadaşlarını yitiren Jason çok üzgündür ve yolculuğa devam etmek konusunda tüm isteğini kaybetmiş haldedir. Diğer Argonotlar da onun gibidir, sonunda Anseus ortaya çıkar. Tiphys’in yerine dümene geçmeyi önerir – o da çok deneyimli bir denizci değil midir? Diğerlerini de uyuşukluktan kurtarır, seyahate devam etmelerine ikna eder.

Güzel bir şans eseri olarak, Tiphys ve İdmon’un mezarlarının olabileceği en uygun yer modern Ereğli’nin genişleme alanının dışında kalmıştır. Argonautica’ya göre onları gömdükleri “Acheron Tepesi” halen askeri bölgenin içinde bulunmaktadır ve çalılarla kaplı bozulmamış bir fundalıktır. Argo’dan, eski zaman denizcileri gibi kürek çekerken yarımadaya baktığımızda, tepenin zirvesinde şüphesiz antik çağdan kalma bir fener ya da gözetleme kulesi olabilecek bir yapının kalıntılarını gördük. Bu kalıntılar, yapay olduğu anlaşılan –belki de bir mezar höyüğü olan– bir yükseltinin üzerindeydi. Askeri bölge arkeologlara açıldığında Argo’nun bordasında Jason’u izlemiş bu iki adamın kalıntılarının aranacağı ilk yer burası olacaktı. (5)

Kızım İda’nın bizden ayrıldığı Ereğli’den sonra, kömür kenti Zonguldak’a geldik. Belediye Başkanı, aslında uğramayı düşünmediğimiz kente doğru yönümüzü değiştirmek üzere bize iki römorkör gönderdi. İskelede bizi, bu sefer gerçek Karadeniz danslarını oynamak üzere bir başka halk oyunu grubu bekliyordu. Dar ve parlak siyah gömlekleri içinde, Tutkunun Dansını yaptılar: Balıkçı ağlarına takılıp güverteye dökülmüş hamsileri taklit eder gibi titreyerek zıplıyorlardı. Gümüş zincirler, parlak püsküller ve pırıltılı metal baskılı deri kemerlerle oynayan dansçıların hareketleri sanki ölüme karşı direnen avlanmış balıkları taklit eder gibiydi.

Akçakoca, Ereğli, Zonguldak –bu kıyıda geçtiğimiz her kent bizi hediyeler, çiçekler, halk dansları ve bayram havası içinde karşıladı.”

DİPNOTLAR...........................

(1) Mitoloji Sözlüğü – Azra Erhat, İstanbul, 1989 S. : 56-58, 70-71, 270. Argonautica’nın tam metninin Türkçe’de ilk baskısı geçtiğimiz yıl İş Bankası Yayınları tarafından Ari Çokona’nın çevirisiyle yayımlanmıştır(Hasan Âli Yücel Klasikler Dizisi CCCXXXVI – Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları - İstanbul, Kasım 2018). Metnin Ereğli ile ilgili bölümünü kitabımızda bulacaksınız. Efsanenin tamamını merak edenler ise, bu kitabı edinebilir.

(2) Le Voyage de Jason La conquête de la Toison d’Or – Tim Severin – Traduit de l’anglais par Françoise et Guy Casaril -Paris, 1987. Sayfa: 14-15.

(3) A. G. E. Sayfa: 178-200. Severin’in eserinin İngilizce ve Fransızca baskılarını temin ederek bu çalışmayı yapmamızı sağlayan sevgili Ziya Arslan’a teşekkürlerimizi sunuyoruz.

(4) Rehberlik yapan kişi, o tarihlerde faal olan Ereğli Eczanesi Eczacısı Süheyla Hanım’ın oğlu Cengiz Güçeri’dir.

Gezinin bölgemizi içeren belgesel filminde (https://www.youtube.com/watch?v=zo2Bd4TAePs) Cehennemağzı Mağaralarını ekibe gezdirirken görülmektedir.

(5) Severin’in, bu konuyla ilgili bir araştırma yapmadığı anlaşılıyor. Çeştepe Höyüğünün altında, içi boşaltılmış bir mezar türü yapı vardır. Eczacı Sabit Bey, 1945 yılında kaleme aldığı Ereğli Tarihi’nde tahminen 1900’lerin başında kömür havzasını işletmek üzere yerleştikleri dönemde, Fransızlar tarafından gerçekleştirilmiş olan bir tarihi eser soygununu şöyle anlatır:

“Kasabanın batısında ve Ereğli limanına hakim bulunan Keşif tepesi ise; Göz tepesinden bir kerre daha yüksekçe, ayni onun gibi bir pramit şeklindedir, bu tepenin üstünde höyük gibi sonradan doldurulmuş takriben 30-40 metro yüksekliğinde bir toprak yığını vardır ki bu toprak yığınının üstüne de deniz fener kulesi inşa edilmiştir. Ve bugün bu fener kulesi metrukdür, tepe liman kısmı tatlı bir meyille limana ve batı yönemi dik bir şekilde Karadeniz’e iner. Öyük yani dolma kısım çok eskidir, dolma kısım altında bugün üstü kemerli ufak bir odacık vardır, burası vaktıle toprak içinde imiş, halk arasında yaşayan sözlere göre eski bir çağda 3 Avrupalı buraya gelmiş geceleyin açmışlar, içinde ne varsa yok etmişler ve ortadan gaip olmuşlar, bugün her şey bundan ibarettir. Tepenin doğu güney kısmında 8 evli köy halkı da bundan başka bir şey bilmemektedir” (Ecz. Sabit Bey’in Ereğli Tarihi – Sadun Duran – yayınlanmamış elyazması, s: 51, 501). Burada sözü edilen, İdmon ve Tiphys’in mezarlarıdır.

 
Gösterim : 4579
YORUMLAR
Web sitemiz 04.03.2012 tarihinden itibaren;
Toplam: 21675219, Bugün: 1414 kez ziyaret edilmiştir.