Kayıt Tarihi: 25 Nisan 2017 Salı 22:00
Seyahatnamelerde Ereğli
1961 yılının 6. Ayının 16'sında Eregli'de iki kuşaktır eczacı bir ailenin ikinci oğlu olarak dünyaya geldim.Turgut Reis Ilkokulu'nun ardından Galatasaray Lisesi'ni 1980'de bitirdim..On yaşlarından beridir kokusunda büyüdüğüm Memleket Eczanesi beni eczacı yaptı.Askerlik görevini yerine getirdiğim 1986-87 Çanakkale Deniz Hastanesi dönemi dışında dedemin eczanesinde babamla birlikte çalıştık.Halen üçüncü kuşak olarak dede yadigârı Memleket Eczanesi'ni sürdürmeye çalışırken 2004'ten bugüne Ecz. Sabit Duran'ın Ereğli Tarihi'ni yayınlamak üzerine başladığım çalışmalar beni bir yerel tarih tutkunu haline getirdi.Geçen yılsonu yayımlanan "Kastamonu ve Bolu Salnamelerinde Ereğli" adlı bir kitabım var..
Xavier Hommaire de Hell
Bu ayki konuğumuz, 1812-1848 tarihleri arasında yaşamış bir Fransız mühendis, jeolog ve coğrafya bilgini: Xavier Hommaire de Hell.

Seyyahımız, değerli hocamız Prof. Semavi Eyice’den öğrendiğimize göre (1) 1835 yılında İstanbul’a gelerek Osmanlı Devleti için çalışmaya başlar. Haliç üzerine yapılacak 200 metre uzunluğunda bir asma köprü ilk projesidir. Karadeniz boğaz ağzında yapılacak bir fener projesi de kendinden istenenler arasındadır. Ancak saraydaki koruyucusunun görevden uzaklaştırılması sonucu bu projeler gerçekleşmez. Bunun üzerine, araştırmacı olarak çalışmak yolunu seçer ve 1838 yılından itibaren Güney Rusya, Kırım, Kafkasya ve Hazar Denizinde incelemeler yaparak bunlarla ilgili eserini 1843’de yayımlar. (2) Bu beş yıllık çalışma sırasında topladığı maden, fosil ve etnoğrafya malzemesinden oluşan zengin koleksiyonunu Paris’e getiren de Hell, 1843 yılında Fransız Coğrafya Kurumu’na üye seçilmiş ve 1845’de kendisine Légion d’honneur nişanı verilmiştir. Fransız hükümeti tarafından araştırmalarını Karadeniz’in güney kıyılarında da sürdürmesi ve İran’a giderek Hazar denizini o yönden de incelemesi yönünde yapılan öneriyi kabul edip bir yıl süren bir hazırlıktan sonra 1846’da yola çıkar. Yanında çalışmalarında büyük desteği olan eşinden başka Fransa hükümeti tarafından görevlendirilen, önümüzdeki ay konuk edeceğimiz ressam Jules Laurens de bulunmaktadır. Gezisine konu olan bölgelerin haritalarını incelemek üzere bir dönem İtalya’da kaldıktan sonra İstanbul’a gelir. Trakya’da bir inceleme gezisinin ardından Adapazarı yöresinde Sapanca gölünün İzmit körfezine bağlanması konusunda etüdler yaparak bunun gerçekleşmesinin imkansız olduğu yönünde bir rapor verir.

Son büyük seyahatine Anadolukavağı’ndan 20 Haziran 1847’de başlayan de Hell, kara ve deniz yoluyla ilerleyerek tüm güney Karadeniz kıyılarını gezer. Trabzon’dan Anadolu içlerine yönelip Gümüşhane, Harput, Ergani üzerinden Diyarbakır’a; oradan doğuya dönerek Bitlis, Tatvan ve Van yoluyla İran’a geçer. Tebriz, Tahran ve en son İsfahan’a ekibiyle ulaşan seyyah, yakalandığı hastalıktan kurtulamayarak burada 30 Ağustos 1848’de, 36 yaşında vefat eder.

Seyahatinin notları, Fransız Akademisi tarafından seçilen uzmanların yönlendirmesiyle eşi tarafından düzenlenerek 1854-1860 yılları arasında dört cilt metin ve büyük bir albüm olarak basılmıştır (3). Jules Laurens’in 100’den fazla resmini de içeren bu eser, Türkiye arkeolojisi ve coğrafyası konusunda çok değerli bir kaynaktır.

Ekibiyle birlikte 11-13 Temmuz 1847 tarihlerinde kentimizde bulunmuş olan Hommaire de Hell, Ereğli’ye Üskübü’yü inceledikten sonra Akçakoca yönünden sahili izleyerek gelir. Eserindeki anlatım, şöyledir: (4)

Alaplı, önemli bir iskeledir, aynı zamanda ağaç ürünleri nakliyesinde kullanılan büyük mavnaların yapıldığı bir tersanesi vardır. Bize verebilecekleri tek konut olan tüm rüzgarlara açık bir barakaya yerleştik. Nehrin suları bu zayıf binanın kazıklarının arasından akıyordu. Mevsimin yaz olması sonucu, sıkıntı yaşamadık. Alaplı, hiçbir antik esere sahip değil, sadece konumunun güzelliğiyle dikkat çeker.

Şehirden çıkışta, iç bölgelere doğru yönelen bir yolu izledik. Dağlık bir yoldu, ama atların kullanımına çok uygundu. Aynı gün, mavi suları bir dağ zincirinin içinde çok uzaklara uzanan, önce geniş ve derin bir nehir olduğunu sandığım, daha sonra göl olabileceğini düşündüğüm bir suyun üzerindeki köprüden geçerek Heraklea’ya (metinde Héraclée) vardık. Bu göl, kışın sayısı çok artan en büyük ticari gemilere yol veriyordu. Hiçbir haritada gösterildiğini sanmıyorum. (5)

Kıyı şeridindeki kentlerin çoğu gibi, Heraklea doğu tarafı oldukça dik olan bir yamacın üzerinde amfi tiyatro şeklinde kurulmuş. Her ev kuzeyde Baba burnuyla biten dış limana hakim. Eski bir mendireğin kalıntıları hâlâ görülebiliyor. Heraklea’nın evleri, çok sefil olmalarına karşın, çevrelerindeki çok güzel ceviz ağaçları sayesinde göze çok hoş görünüyor. Körfezin ucunda, uzaklığına karşın hatları belli olan ve Şili (metinde Tschilli) burnuyla biten yüksek kıyı şeridi görülüyor.

Heraklea yöneticisi bizi şirin bir Rum evine yerleştirdi ve ağırlamak için ellerinden geleni yaptı.

İlk günümüz kenti gezmek ve Üskübü’dekilerden biraz daha iyi korunmuş şehir surlarını dolaşmakla geçti.

Başlangıçta, görkemli ve saygı uyandırıcı görünüşleriyle çok eski dönemlere ait olduklarını düşündük; ama, yüzeysel bir inceleme bile bu düşüncemizi değiştirdi. Düzensiz ve özensiz yapıldıkları açıktı, belirli noktalarda sütun kalıntılarından yapıldıklarını fark edince, hiç şüphemiz kalmadı. Tüm surlar, Geç İmparatorluk dönemine aitti ve sanat eserlerine ne kadar az saygı gösterildiğini görünce isyan ediyorduk; Bizanslı mimarlar çok değerli malzemelerden bu biçimsiz surları inşa etmişlerdi.

Heraklea’dan ayrılmadan önce, genç bir kızla genç bir adamın karşılıklı yattıkları mermer bir parçanın olduğunu duyduğum bir mağarayı görmek istedim.

Konu yeterince merak uyandırıcı olduğu için incelemek istedik ve reçineli bir odunla donanmış rehberimizle yola koyulduk. Önce büyük sanat değeri olan mermer parçalarıyla dolu birinci mağaraya girdik. Güzel bir oluklu sütun parçası, zengin süslemeli bir kaide ve bazı lahit parçaları bunların arasındaydı. Aynı zamanda bu mağaranın insanlar tarafından kullanıldığını düşündüren kayaya oyulmuş nişler vardı.

Buradan, inişi oldukça zorlaştıran dar ve dik bir girişi olan meşhur mağaraya geldik. Ama esrarlı parçayı boşuna aradık, kaybolmuştu; hatta daha doğrusu belki de hiç var olmamıştı. Rehberimiz dehşete kapılmış görünüyordu, onu teselli etmek için, görünüşe göre suçlarının kefaretini ödemek isteyenlere Tanrının asıl biçimlerini verdiğini söyledim; beni büyük bir ciddiyetle dinledi.

Kireçtaşlarından oluşan sızmaların oluşturduğu bir insan şekli hiç kuşkusuz bu yanılgıya neden olmuştu, bu da yöre insanlarının bu görünüme inanmalarını sağlamıştı.

Sanat eserini görememiş olsak ta, mağara ziyareti hak eder özellikteydi. Yüksek tavanını, insan eliyle yapıldığı anlaşılan kare sütunlar taşıyordu. Şüphesiz, bir karmaşa döneminde sığınak görevi yapmıştı. Zemininde berrak bir su vardı. Rehberimiz bu yer altı suyunun Amasra(metinde Amassérah)’ya kadar uzandığını iddia etti, dediğine göre, buradan suya atılan eşyalar Amasra’da ortaya çıkıyormuş. (6)

Heraklea tüm ülkenin kömür deposu haline gelecek. Şimdiden büyük depolar oluşturulmuş ve yakında İstanbul’dan gelecek tekneler yüklenebilecek. (7)

Hommaire de Hell’in Seyahatnamesinin sonuncu cildi, güzergâhındaki antik yazıtların çözümlemelerine ayrılmıştır. Bu ciltte de Ereğli ve çevresine dört sayfa ayrılmıştır(8). Burada en çok dikkat çeken kitabe, daha önce Boré’nin de sözünü ettiği çeşmedeki “Bir lahide ait, şu an bir çeşmede kurna olarak kullanılan mermer parçası üzerinde” şeklinde anlatılan ve “Aurelius Tryphoninus, Dionisios’un oğlu seneler boyunca bilgece yaşadı. Elveda. / Aurelia Erennia, Trifoninus’un eşi seneler boyunca bilgece yaşadı. Elveda.” şeklinde çevrilen yazıttır.

DİPNOTLAR

(1) X. Hommaire de Hell ve Ressam Jules Laurens – Doç. Dr. Semavi Eyice – Belleten – Cilt: XXVII Sayı: 105- Ocak 1963 - Türk Tarih Kurumu, Ankara. Sayfa : 59-104.

(2) Les steppes de la Caucase, la Crimée et la Russie méridionale [Hazar denizi stepleri, Kafkasya , Kırım ve Güney Rusya] - Xavier Hommaire de Hell – Paris, 1843.

(3) Voyage en Turquie et en Perse executé par ordre du gouvernement français pendant les années 1846, 1847 et 1848 [Fransız hükümetinin emri ile 1846, 1847 ve 1848 yıllarında Türkiye ile İran’da yapılan seyahat] - Xavier Hommaire de Hell – Paris, 1854-1860.

(4) A.g.e. Cilt 1, Paris, 1855. Sayfa : 324-327.

(5) de Hell’in anlatımına göre, sözü edilen göl değil, antik adı Lykus olan Gülüç nehridir. Arkeoloji eğitimi olmayan Seyyah, “Hiçbir haritada gösterildiğini sanmıyorum.” derken yanılmaktadır.

(6) Anlatılan bölge, Kilise ve Cehennemağzı Mağaralarıdır.

(7) Kömür üretiminden söz eden ilk seyyah, de Hell’dir.

Ereğli’ye geldiği yıllarda kömür üretimine yaygın olarak başlanmadığı bilgilerimiz arasında olduğu için, bu son cümlenin kitabın yayımı sırasında eklendiği kanısındayım.

(8) A.g.e. Cilt 4, Sayfa : 338-341.

 
Gösterim : 4832
YORUMLAR
Web sitemiz 04.03.2012 tarihinden itibaren;
Toplam: 21666341, Bugün: 3258 kez ziyaret edilmiştir.