Kayıt Tarihi: 11 Ekim 2016 Salı 19:48
Seyahatnamelerde Ereğli
1961 yılının 6. Ayının 16'sında Eregli'de iki kuşaktır eczacı bir ailenin ikinci oğlu olarak dünyaya geldim.Turgut Reis Ilkokulu'nun ardından Galatasaray Lisesi'ni 1980'de bitirdim..On yaşlarından beridir kokusunda büyüdüğüm Memleket Eczanesi beni eczacı yaptı.Askerlik görevini yerine getirdiğim 1986-87 Çanakkale Deniz Hastanesi dönemi dışında dedemin eczanesinde babamla birlikte çalıştık.Halen üçüncü kuşak olarak dede yadigârı Memleket Eczanesi'ni sürdürmeye çalışırken 2004'ten bugüne Ecz. Sabit Duran'ın Ereğli Tarihi'ni yayınlamak üzerine başladığım çalışmalar beni bir yerel tarih tutkunu haline getirdi.Geçen yılsonu yayımlanan "Kastamonu ve Bolu Salnamelerinde Ereğli" adlı bir kitabım var..
Bernard Antoine Eugène Rottiers

Bu ayki seyyahımız, çoğunlukla tanıttığımız gibi, bir Fransız değil..

Flaman-Hollandalı asker, antik eser koleksiyoncusu ve yazar Bernard Rottiers. 1771 - 1857 tarihleri arasında yaşamış olan Colonel (Albay) Rottier, dönemin çalkantılı Avrupa’sında hayatını değişik ülkelere hizmet ederek geçirmiş, ilginç bir kişilik.

Yaşadığı dönemde Avusturya Hollanda’sına ait olan Anvers’de doğan Rottier, aldığı askeri eğitimin sonunda Avusturya ordusuna katılır. Daha sonra İngiltere, Fransa ve Rusya gibi değişik ordularda komutanlık görevinde bulunur ve Albay rütbesine kadar yükselir.

Rus ordusuna hizmet ettiği dönemde antik eser koleksiyonculuğuna başlar. Gürcistan ve Azerbaycan’ın işgaline katıldıktan sonra Tiflis’ten İstanbul’a Anadolu’yu gezer, ardından Atina, İtalya ve Fransa üzerinden Hollanda’ya geçer. Bu gezideki gözlemlerini 1829’da yayımladığı Itinéraire de Tiflis à Constantinople (Tiflis-İstanbul Rotası) adlı kitabında kaleme almıştır.

Yaşamının ileriki dönemlerinde Yunanistan, Cezayir gibi değişik ülkelerde antik eser araştırmalarına devam etmiş ve bu araştırmalarını yayımlamış olan (1) Albay Rottier, 2-3 Eylül 1818 tarihinde bir gün için Ereğli’de bulunmuştur.

Doğu yönünden deniz yoluyla Ereğli’ye gelen Rottier, yolu üzerinde olan Tekeönü (antik Kytoron) ve Amasra’ya da uğrar ve bu iki yöre ile ilgili gözlemlerini-tarihi bilgilerini de aktarır. Amasra’nın antik çağdaki haşmetini gözler önüne serdikten sonra, “Günümüzde Amastra, tüm sanayisini İstanbul’a gönderdikleri ahşaptan değişik alet ve oyuncak yapımıyla uğraşan birkaç Türk ailenin oluşturduğu zavallı bir köydür. İşte Cenevizlilerin metropolünün bugün yaptığı tüm ticaret budur!” (2) diye yazar.

Seyahatnamesinde Ereğli’ye dokuz sayfa ayıran Rottier, anlatımına “Öğleden sonra, eski bir Megara kolonisi, Grek kökenli bir kent olan Heraklea’ya demir attık. Türkler günümüzde, Tournefort’un yazdığı gibi Éregri olarak değil, Élegri olarak adlandırıyorlar. Ptolemeus, πόντου Ηράχλειαυ Pont Heraklea’sı olarak söz eder. Bu kentin Roma sikkeleri, arka yüzlerinde HPAKAEIAK ENΠONTΩ, Pontus’taki Heraklea yazısını taşırlar. Bana bir tane bronz olanını sattılar, bir yüzünde İmparator Gordien’in büstünü, arkasında ise yukarıya koyduğum kelimeleri taşıyordu.” (3) diyerek başlar.

Devamında, antik kaynaklardan kentin tarihini, yer yer günümüzdeki durumuyla karşılaştırarak ve Galya halkıyla ilgili yorumlar ekleyerek özetleyen Rottier şöyle yazar:

“Lycus (4) tarafından sulanan topraklar verimlilikleri ve ürettikleri tıbbi bitkilerle ünlüydü: Bu da Heraklealıların iki sikkelerine bastıkları amblemleri açıklar. Birinde mısır koçanları ve bereket boynuzları; diğerinde ise yılan sarılmış asasına dayanmış olarak Aesculapios (5) görülür.

Heraklea yakınlarında, Ksenofon’un karaya ayak bastığı Achérusia yarımadası bulunur. Sicilya’lı Diodorus’un aktarımına göre, Herkül Pluton’un mekânından Kerberos’u bu bölgede çıkarmıştır. Eskiler o bölgede, iki buçuk stada (iki yüz elli adım) derinliğe indikten sonra Cehenneme varılacağını söyledikleri bir mağara gösterirler. Bugün bu girişin nerede olduğunu kimse bilemez: Öteki dünyanın derinlere gizlenmiş sırları yaşayanların gözlerine göstermezler kendilerini.. (6)

Heraklea kentinin surları, geçmişte muazzam idi. Yarıklarında muhteşem incir ağaçlarının büyüdüğü devasa boyutlu taşların kalıntıları halen kenti çevreler. Günümüz kenti, aralıklı kuleleri ile korunan surun içinde, çok daha küçüktür ve son İmparatorluk dönemine dayanır. Surların arasında bazıları yazıtlar da içeren çok güzel mimari parçalara rastlanır, ancak hepsi bozulmuş, aşınmış ve harfleri okunamaz haldedir. Karanın iç bölgesine doğru sadece bir tek kapı sağlam olarak ayakta kalmıştır. Mermer kaplamalarının güzelliğinden ve yer yer bozulmuş ta olsa, mimari yapısının zenginliğinden anlaşıldığı üzere tamamıyla antik kentten kalmıştır. (7)

Bugün çok kötü durumda olan ve sadece küçük bir Türk firkateyni inşa edilebilen liman, zamanında çok büyük, düzenli, görkemli ve dev yapıları, atölye ve donanma depolarıyla göz alıcıydı. Cumhuriyetin yardıma gönderdiği filolar müttefiklerine zafer kazandırıp geri dönerlerdi hep. Lisimakhos’un ölümünden sonra Ptolemeus’un yardımına gönderdiği donanma, onun Antigonos’u yenmesini sağladı. Memnon’a (Phoitus’un aktarımıyla) inanılacak olursa, bu gemilerden akla gelen bütün lüksle donatılmış olan Arslan adında birisi o kadar devasaydı ki, denizci ve asker olarak üç binden fazla insan taşırdı. Ancak şimdi burada 17. Yüzyılda Doğuya seyahat eden naif bir yolcunun (Duloir) saptamasını aktarmanın vaktidir: “İnanın bana, demişti, eskiler bize caka satmışlar!” (8)

İÖ. 278 yılında, Yunanistan’ı istila eden ordulardan kalabalık kabileleriyle ayrılan iki Galyalı şef Trakya’ya doğru atılmışlardı. Boğazın öte yanındaki Asya’nın zenginlikleri tarafından çekilince ele geçirdikleri iki büyük tekne ve iki büyük salla Bitinya’ya geçtiler. Aralarında Heraklea’nın da bulunduğu bağımsız Grek kentlerine Suriye hâkimi Antiokhus’a karşı savaşlarında destek olduktan sonra, Nikomedes’in Heraklea’lılarla ters düşmesinden sonra bu kenti ele geçirip yağmalayarak vatandaşlarını köle olarak sattılar. Tarihi anlatımlarda, aramızdan bazılarının ataları olan Galyalıları bu uzak ülkelerde bazen adaletin savunucusu, bazen de zorba olarak görür ve yaşayan büyük nesir ustamızın şu derin anlamlı sözünün doğruluğunu sorgulamaktan kendimizi alamayız: “Atalarımız, kendilerine büyük şeyler sunulan her yerde bulunmuşlardır.” (Chateaubriant).

Daha sonra Heraklealılar, Pont Kralı Mithridate ile ittifak yaptılar, anlaşılan o ki, bu bağlaşıklık ve diğer yandan da Roma Senatosunda yürütülen ince politika sayesinde, Roma Asya’ya tamamen hâkim olana dek bağımsızlıklarını korudular. Büyük Mithridate öldürüldükten sonra, Cotta, Heraklea’yı almak üzere Lucullus tarafından gönderildi. Romalı General, utanç verici bir ihanet sonucu ele geçirdiği kentten büyük ganimet elde etti: Ana meydanda bulduğu bütün alametleri som altından bir Herkül heykeli de bunların arasında idi. Ancak, barbar olarak nitelendireceğim bu Romalıya, yıkıp kül haline getirdiği kenti yağmalayarak edindiği akıllara sığmayacak serveti mutluluk getirmedi. Senato, Cotta’ya yaptığı zulüm için ağır suçlamalarda bulundu ve Roma’ya zafer geçidi için getirdiği zavallı yurttaşları Heraklea’ya geri gönderme kararı aldı. Cotta zafer geçidini yapamadı, ancak memleketlerine “mülklerinden yararlanma hakkı verilerek” gönderilenler evlerinin dumanı tüten yıkıntılarıyla ne yapacaklardı, bilinmez.. Daha ne kadar melanet bu göçmen halkı kırıp geçirecekti!… Bu dönemin tarihini mazlum halkların “Lanet! Lanet olası Romalılar” haykırışını onaylamadan kaç kişi okur, bilemiyorum. Ama ben, burada açıkça “Selâm olsun! Taxandria ovalarında, Heraklea’yı yakıp yıkan canavarı tepeleyen yiğit Galyalı’ya selam olsun!” demek istiyorum. (9)

Ne Cotta’nın arkasından gelen Britagoras’ın özeni, ne Heraklea’ya tüm ayrıcalıklarını geri veren Jules César’ın iyilikleri, ne de Strabon’a göre, kente ve çevresine yerleştirilen Romalı göçmenler bu kadar yıkımı onarmaya yetmedi. Darbe vurulmuştu: Heraklea bir daha ayağa kalkamadı.

Bizans İmparatorluğu döneminde Penderaki olarak adlandırıldı; Ceneviz egemenliğinde ve II. Mehmet’in fethinden sonra gerilemeye devam etti. Kentte Fransa’nın artık Konsolosu yoktur, hiçbir Avrupa milleti ilişki kurmaz; ve rüzgâr batıdan esmediğinde yeterince güvenli olmasına rağmen limanı günümüzde arada bir kötü bir fırkateyn inşa etmekten ve İstanbul’a göndermek üzere birkaç döküntü tekneye inşaat için kereste yüklemekten başka bir işe yaramaz.

Nüfusu, üçte ikisi Türk olmak üzere 6000’i geçmez. Sokakların hâli perişandır.” (10)

Albay Rottier, bu anlatımın ardından “Dolaşırken başıma gelen bir olayı, Türk ahlâkından bir örnek olmak üzere ve bu ülkede adaletin nasıl uygulandığını göstermesi açısından nakletmek istiyorum.” diyerek ilginç bir anekdot aktararak Ereğli ile ilgili bölümü tamamlar:

“Çok dar bir sokaktan geçerken, bir evden sanki öldürülen bir adamın canhıraş çığlığını duydum. Rehberimin açıklamasına göre, çığlık, evi burada olan Kadı’nın cezalandırmak için sopalattığı birine aitti. Adama bu ceza, hakimin defalarca ikaz ettiği bir konuda yardımcının karısının yaptığı suçlama ile verilmişti. Bu gibi durumlarda, suçlamayı yapan kişi adalet isteği için orada bulunuyordu. Kadın, Kadı’nın huzurunda idi: Sağ elini göğsüne götürüp sessizce eğildikten sonra terliklerini çıkartıp hakimin önüne topukları ona doğru çevrilmiş olarak koydu, sonra kâtibe kocasının adını söyleyerek geri çekildi. Kâtip adamı çağırdı ve hakim ona dedi ki: “Sana karşı suçlamasını duydun mu? Al şu terlikleri ve onları koşarak karına götür: yeniden aynı suçu işlersen, başına geleceği biliyorsun: Defol!”

......................................................................................................................

DİPNOTLAR:

(1) Description des monumens de Rhodes [Rodos anıtları] / par le colonel Rottiers – Paris, 1830.

(2) Itinéraire de Tiflis à Constantinople par le Colonel Rottiers – Bernard Eugène Antoine Rottiers, Bruxelles, 1829 s: 294.

(3) a. g. e. s: 297. "Büyük Evler" anlamına gelen Megara, Yunanistan’ın Attika bölgesinde (Mora Yarımadasını anakaraya bağlayan kesim) antik bir kenttir. M.Ö. 6. yüzyıldan itibaren Herakleia’yı ele geçiren göçmenlerin önemli bir bölümü bu kent kökenliydiler.

(4) Lycus günümüzdeki Gülüç ırmağıdır.

(5) Aesculapios Yunan Mitolojisi'nde tıp ve sağlık tanrısıdır.

(6) Rottier döneminde, Cehennemağzı Mağaraları henüz bulunmamıştır. Yirmi yıl sonra Ereğli’yi ziyaret edecek olan Eugène Boré bunda başarılı olacaktır.

(7) Rottier’nin burada sözünü ettiği kapı için iki ayrı ihtimal vardır. Bir tanesi, kendisinden 29 yıl sonra Ereğli’yi Xavier Hommaire de Hell ile birlikte ziyaret eden ressam Jules Laurens’in gravürünü çizdiği ve o dönemde de hâlen ayakta olan Kaneri Kapı; diğeri ise, Tournefort ve de la Motraye’nin sözünü ettiği, bugün artık var olmayan Bozhane’deki Sur duvarına bitişik kapıdır.

(8) Bu paragrafta sözü edilen, M.Ö. 4.-1. Yüzyıllar arası bağımsız bir tiranlık olarak hüküm süren Herakleia Cumhuriyetidir. Büyük İskender’in Anadolu’yu istilası döneminde de özerkliğini sürdüren bu cumhuriyet, onun ölümünden sonra İmparatorluğu paylaşan generalleri Lisimakhos, Ptolemeus, Antigonos ve sonraki paragrafta adı geçen Antiokhus’un aralarındaki savaşlarda değişik saflarda rol almıştır. Memnon ise, o dönemlerin Herakleia’lı tarihçisidir.

(9) Taxandria bugün Belçika sınırlarında kalan bir bölgedir. M.Ö. 50’li yıllarda Roma’nın Galya Ordusuna kumanda eden General, M.Ö. 70 tarihinde Heraklea’yı yakıp yıkan Cotta idi.

(10) Itinéraire de Tiflis à Constantinople par le Colonel Rottiers – Bernard Eugène Antoine Rottiers, Bruxelles, 1829 s: 298-303.

 
Gösterim : 3266
YORUMLAR
Web sitemiz 04.03.2012 tarihinden itibaren;
Toplam: 21676862, Bugün: 3057 kez ziyaret edilmiştir.