Kayıt Tarihi: 4 Ağustos 2016 Perşembe 13:19
Seyahatnamelerde Ereğli
1961 yılının 6. Ayının 16'sında Eregli'de iki kuşaktır eczacı bir ailenin ikinci oğlu olarak dünyaya geldim.Turgut Reis Ilkokulu'nun ardından Galatasaray Lisesi'ni 1980'de bitirdim..On yaşlarından beridir kokusunda büyüdüğüm Memleket Eczanesi beni eczacı yaptı.Askerlik görevini yerine getirdiğim 1986-87 Çanakkale Deniz Hastanesi dönemi dışında dedemin eczanesinde babamla birlikte çalıştık.Halen üçüncü kuşak olarak dede yadigârı Memleket Eczanesi'ni sürdürmeye çalışırken 2004'ten bugüne Ecz. Sabit Duran'ın Ereğli Tarihi'ni yayınlamak üzerine başladığım çalışmalar beni bir yerel tarih tutkunu haline getirdi.Geçen yılsonu yayımlanan "Kastamonu ve Bolu Salnamelerinde Ereğli" adlı bir kitabım var..
Pierre Amédée Jaubert.

Napolyon Fransa’sının oryantalist(1) dil bilimci ve seyyahı Pierre Amédée Jaubert 1779 - 1847 tarihleri arasında yaşamıştır. Fransa’nın doğuya yöneldiği ve Mısır’ı işgal ettiği bir dönemin insanı olan seyyahımız Arapça, Farsça ve Türkçe eğitimi almış, Bilim ve Güzel Sanatlar Komisyonu üyesi olarak 1798-99 yıllarında Mısır harekâtı sırasında Bonapart’a danışmanlık görevi yapmıştır. Napolyon tarafından Dışişleri’nin değişik konumlarında görevlendirilen Jaubert, 1805’te Fransız-Rus bağlaşıklığı için görüşmelere katılmak üzere İran’a gönderilmiş ve bu seyahatini konu ettiği eserinin(2) son sayfalarında dönüş yolunda uğradığı Ereğli’yi anlatmıştır. Kitabına göre, Seyyah, 1806 yılının 29 ve 30 Ekiminde Ereğli’de bulunur.

Ereğli’ye gelmeden önce Amasra’ya kısaca değinen yazar, karaya çıkamadığına olan pişmanlığı şöyle belirtir:

Amasra açıklarından, rüzgârın kıyıya yanaşıp konaklamamıza izin vermediği bir dönemde geçtiğimize pişman olduk. Yunan ve Roma kalıntılarını ziyaret etmek, antik Sesam kentinin konumunu araştırmak ve içinde Mısır Savaşı sırasında birçok Fransız devlet görevlisi ve tüccarının, insan haklarına aykırı olarak ve uluslararası kamuoyunun kınamasına karşın esir tutulduğu Ceneviz yapımı kaleyi (3) görebilmeyi çok arzu ediyorduk. Ancak, kamu göreviyle seyahat eden; zamanını çok akılcı kullanmak zorundadır.

Bu eksikliği telafisini Bartın’da yaptıklarını ilerleyen sayfalarda belirten yazar, üç gün geçirdiklerini belirttiği Parthenios(4) Vadisini, öve öve bitiremez:

Zengin Ankara bölgesinin kuzeydoğusunu kuşatan dağlardan doğan nehir, adları belirsiz birçok küçük akarsuyla beslenip büyüdükten sonra yeşil bir vadi boyunca çevresindeki kentleri berrak suyunda ayna gibi yansıtarak sakin sakin akar. (…) Bartın vadisine, doğa bütün cömertliğiyle davranmış, nefis bir iklim, verimli bir toprak, güvenli bir liman, büyük ticaret gemilerinin yelkenlerini de kullanarak karanın derinliklerine girebilecekleri yatağı çok derin bir nehir; hepsi bir arada. Edebiyat ve sanat tutkunu kişi için, ne harika bir emeklilik mekânı olur. Şair, Homeros’tan, İskender’den, Annibal’den, Mithradates’den ve Küçük Asya’da doğmuş ya da yaşamış nice ünlüden esinlenebilir. Antik dönem tutkunu birçok ünlü anıtın izlerini, doğa bilimci ilgi çekici hayvan, bitki ve fosilleri; ressam Claude Lorrain’in tablolarında hayran olduğu ışığın parlak etkileriyle neşeli renk dalgalanmalarını ve nihayet bilge kişi ona yaşadığını hissettiren bu tatlı huzur, derin sükûnet ortamında varlığının değerini görür.

Bartın’dan tekneyle ayrıldıklarında şiddetli bir fırtınaya yakalanan Jaubert ve yanındakiler, “Kuzeyden esen şiddetli rüzgar sonucu” büyük yelkenlerini ve küreklerinin bir çoğunu kaybettikten sonra “otuz altı saat öfkeli dalgalarla boğuştuktan ve belki yüz defa Kilimoli burnu kayalıklarına bindirmekten” güçlükle kurtulduktan sonra Filyos’a varırlar.

Karadenizin gazabına uğradıktan sonra, karayolunu tercih etmeye karar verir ve sekiz saat yağmur altında yürüyerek Ereğli’ye ulaşırlar. Seyyah, kentimizi şu satırlarla anlatır:

Türklerin Erekli ya da Eregri olarak adlandırdıkları eski Megara(5) kolonisi Héraclée kenti, güneybatıya bakan eğimli bir tepe üzerine kurulmuş. Buna karşın, iskele ve liman onu çevreleyen tepeler sayesinde yazın oldukça güvenli. Kentin nüfusu yaklaşık beş bin kişiden ve çoğunlukla Heraklea’dan batıya doğru İstanbul Boğazına kadar uzanan yörenin eski sakinlerinin kötü şöhretini miras almış gibi görünen Türklerden oluşuyor(6). Boğazın girişinin gece görülemediğini, Avrupa ve Asya yakalarında bulunan iki fenerin yardımıyla saptandığını bildiklerinden, bu barbarlar gemicileri yanıltmak ve ellerine geçirmek için iki ateş yakarlardı. Kili’nin günümüz sakinlerinin bu iğrenç geleneği terk etmedikleri iddia olunur. En azından, Héraclée konutunda bugüne kadar hiçbir Avrupalı Konsolos, limanın denetimi dışında kalıcı olamamıştır. İçlerinden sadece biri, Bay Allier de Hauteroche(7), birkaç ay boyunca Fransız kimliğine saygı duyulmasını sağlamıştır. Burada, kendisinin yardımseverliği sonucu edindiğimiz çok değerli bir metni aktarmak istiyoruz.

Dönemin her Fransız aydını gibi antik dönemi incelemiş olduğu anlaşılan de Hauteroche’un metninin önemli noktaları, aşağıdaki gibidir:

Kentin yarımadanın ucuna olan uzaklığı en fazla üçte bir mil ya da 800 kulaçtır. Elimde saatimle sık sık bu noktaya yürüdüm ve hiç birinde yirmi dakikadan fazla sürmedi. Körfezin derinliği yaklaşık beş mildir; dolayısıyla, d’Anville(8) tarafından verilen konumla, Héraclée’nin gerçek konumu arasında dört milden fazla bir hata vardır. Şehir, güneybatıya doğru, amfitiyatro şeklinde yerleşir. İnşaat şantiyesi(9) önde, sol tarafta, kulelerle çevrili kent surunun dışındadır.

Strabon’un Héraclée’nin limanı olmadığı konusunda verdiği bilgi şüphe uyandırır, Arrianus, Seyahat’inde açıkça çok iyi bir limandan söz eder.(10) Üstelik, tarih limanlarının güzelliğiyle ünlü Heraklialıların denizdeki güçlerini kanıtlayan gerçeklerle doludur. (Bu kentin antik sikkeleri de tarihi destekler, çünkü içlerinde üç başlı yabasıyla Neptün simgesi içerenler vardır) Gerçek şudur ki, Héraclée doğa tarafından oluşturulmuş bir limana sahip değildi, Strabon, yazımında bu nedenden haklıdır. Kumsal, kentin önünde düz bir doğrultuda gitmez; ama Heraklealılar bu konumu daha çok uzaklara hakim dik zirvesi ve düşmanlarına karşı kolay savunabilirliği yüzünden seçmişlerdir. Limanı, getireceği avantajlardan yararlanmak için, sonradan inşa etmişlerdir. Yaptıkları bir çift dalgakırandan halen kuzey tarafında olanın yarım daire şeklinde denize altmış kulaç kadar uzanan taşları deniz üzerinde görülür. Bu taşlar karaya sağlam bir şekilde bağlanır. Boyları en az on ayak uzunluğunda olan taş kitleleri, birbirlerinin üzerine boyuna ve enine olarak kat kat konulmuşlardır. Héraclée’de birkaç saat geçirebilen Tournefort’un da fark ettiği gibi, bence de bu liman Ceneviz değil, Grek yapımıdır. Otuz asır boyunca dalgaların sürekli dövdüğü bu büyük kütlelere verdiği zarar, köşelerinin yuvarlaklaşmasını sağlamıştır.

Güney mendireği, kıyıdan yirmi beş adım ilerde suların altında kaybolur(11). İki mendirek arasının uzaklığı iki yüz elli kulaçtır. Bu iki mendirek arasındaki bölgeye liman denilmekte. Tekneler limana girdikten sonra güney ya da batı rüzgârı esmeye başlayınca ırgatların yardımı ile kumsalın üzerine çekilir. Bir buçuk kulaçtan fazla olmayan derinliği ile liman sadece küçük teknelerin demirlemesine uygundur. Limanın, güney mendireği ortadan kalktıktan sonra Likus, Kales ve Eloeus çaylarının(12) ağızlarına yakınlığı nedeniyle kumla dolduğuna inanıyorum. Bu mendirek, bir burun, bir payanda etkisi yapmaktaydı, yıkılınca da, demirlemeyi sağlamak için uygun bir ortam sağladı. Heraklealılar hem kendi hem de müttefiklerinin kadırgalarını burada koruyabildiler.

Likus, kentin yarım fersah güneyinden akar, bataklıklarda kaybolmadan denize ulaşır. Denize döküldüğü noktadaki genişliği otuz ayak kadardır. Méandre (Menderes) nehri gibi yılankavi kıvrımlarla, güzel bir düzlüğün ortasından derin yatağıyla akar. Kıyısı, bir yakadan diğerine kavuşan söğüt ağaçlarıyla kaplıdır. Görünüşü, romantiktir.

Kuzey mendireğiyle Achérusian Yarımadası (günümüzde Baba Burnu) arasında extra muros (ilave surlar) içeren dış alanda, kıyı batıya dönerek savaş gemileri de dahil, her tür tekneye kuzey ve kuzeybatı rüzgârlarından korunaklı bir liman sağlar. Bu dış liman, güney ve güneybatı rüzgârlarına açıktır, bu yüzden hiçbir gemi kışın sığınmayı denemez. Fırtına tarafından batırılmış gemiler uzaktan uzağa seçilir.

Héraclée’de beş cami, iki han, iki hamam, yaklaşık ikiyüz dükkan ve en çok beş bin yaşayan vardır. Şehir, gıda maddesi ticareti bakımından pek yoksuldur; göze çarpan bir hareket yoktur. Toprak, hiç kuşkusuz çok verimlidir;(…) ancak halkın sefaleti hiç te az değil. Sanayi yok, özenme yok, teşvik yok, demirden bir düzen, karşısına çıkana sınıfına bakmadan baskı uygulayan, doğduğu andan itibaren her bireyi boğan, insanların şartlarını düzeltmek için çabalamalarının sonuçsuz kaldığı; kazandığının kendisi için olmadığını bildiği bir düzen. Zorbanın mazlumu ezdiği, emeğinin tüm karşılığına el koyduğu bir düzen. Bu yöreyi kemiren ekmek kavgası, ticaretin sağlam temeller üzerine kurulmasını engelliyor. Güvenlik ve korumanın olmadığı bir yerde, ticaret yeşeremez.

Héraclée’nin ihraç ürünleri, ipek, keten ipliği, balmumu, inşaat kerestesi, elma, fındık ve diğer bazı önemsiz ürünlerdir. İthal ettiği ürünler arasında ise Dardanel bezi, Zapora kabanı, Selanik abası, Kâhire şalı, Tunus başlığı, Kırım şapkası, keten tohumu, boya ahşabı, kahve, şeker, demir, kalay, sabun, tütün, Mısır camı ve pirinci, siyah zeytin, tuz ve koyun postu bulunur.(13)

Jaubert, Ereğli’den ayrılışını anlatırken “30 Ekim’de limanda bulunan bataryadan teknemizle açıldık. Burası, 40 topla silahlanmıştı ve yaklaşık üç yüz kişilik bir birlik tarafından korunuyordu.” ifadesini kullanır. Aynı yüzyıl sonuna doğru Ereğli’yi ziyaret edip körfezin haritasını çizen yabancı seyyahlar da bu bataryaları göstermeyi ihmal etmezler..

Dipnotlar

-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

(1) Oryantalizm (ya da Şarkiyatçılık- Şarkiyat) Doğu toplum ve kültürleri, dilleri ve halklarının incelendiği batı kökenli ve batı merkezli araştırma alanlarının tümüne verilen ortak addır.

(2) Voyage en Arménie et en Perse fait dans les années 1805 et 1806 – Paris, 1821 [Ermenistan ve İran’da 1805 ve 1806 Yıllarında Yapılmış Seyahat] s: 403-411

(3) 1798’de Fransa’nın Mısır’ı işgali üzerine Osmanlı Hükümeti Türkiye’deki Fransız uyrukluları toplatarak bazı kalelerde gözaltına almıştır. Amasra Kalesi’nin bir bölümü de 1798-1803 yıllarında bu Fransızlar için hapishane işlevi görmüş ve bu dönemden sonra “Zindan Mahallesi” olarak adlandırılmıştır. Jaubert’in değindiği konu, budur.

(4) Bartın Irmağının antik dönemdeki ismi. Yunan mitolojisinde, Tanrıların Babası Okeanos’ un çocukları olan yüzlerce tanrıdan birinin adıdır. Roma döneminde Bartın Çayına Parthenius denilirdi. Çayın kıyısında kurulan şehre verilen Parthenia ismi Bartın isminin öncülüdür.

(5) Megara, Yunanistan’ın Ege kıyısında antik dönemde kurulu bir kenttir. Herakleia’ya göç eden sakinleri, bu bölgeyi M.Ö. 6. yüzyıldan itibaren kolonileştirmişlerdir.

(6) Kitabında buraya bir dipnot koyan Jaubert, “Xénophon (Anabazis-Onbinlerin Dönüşü, ktp. VI, p. XXI) der ki, bu bölge, gemileri karaya vuran ya da değişik nedenlerden ellerine düşen Yunanlılara acımasızca davranan Trako-Bitinyalılar tarafından iskân edilmişti.” şeklinde bir açıklama yapar.

(7) Jaubert’ten başlayarak, Ereğli’ye uğrayan Fransız gezginler, mutlaka de Hauteroche’dan söz ederler. Fransa’nın o dönemde Ereğli’deki konsolosu olan M. Louis Allier de Hauteroche, önümüzdeki ayın yazı konusu olacak.

(8) D’Anville 1697-1872 yıllarında yaşamış bir Fransız coğrafya ve harita bilginidir. de Hauteroche’un buraya almadığımız anlatımında da belirttiği gibi, “eski Coğrafya’sında ve haritalarında Héraclée’nin konumunu Acherusya yarımadası tarafından oluşturulan körfezin arkasında belirtmiştir.

(9) Şantiyeden muhtemelen kastedilen, o dönemlerde Ereğli’de kurulu olduğunu bildiğimiz Kalyon ve Kadırga tersaneleridir.

(10) Strabon, MÖ 64 - MS 24 yıllarında yaşamış Amasyalı Roma dönemi tarihçisidir. Geographica adlı eseri antik dönem Anadolu’su için muhteşem bir kaynaktır. Arrianus, MS 86 - 180 tarihlerinde yaşamış Nicomedia(İzmit)li Roma devlet adamıdır. Periplus Ponti Euxini (Karadeniz Seyahati) adlı yapıtında Pontus’un sahil kentlerini tanıtır.

(11) O dönemde de yıpranmış olan güney mendireği, bugünkü Elif Otel yakınlarında idi. Kuzey mendireği ise, üzerine 70’li yıllarda Balıkçı Barınağı inşa edilmiş olan Dökülü’dür.

(12) Likus Gülüç, Kales ise Alaplı Çayıdır. Eloeus ise, yakın bölgede başka bir çayın antik dönemdeki adı olmalı.

(13) de Hauteroche’un sözünü ettiği ithalat-ihracat ürünleri, geçen ay aktardığımız de Peyssonnel’in kayıtlarıyla benzeşmektedir.

 
Gösterim : 1809
YORUMLAR
Web sitemiz 04.03.2012 tarihinden itibaren;
Toplam: 21678805, Bugün: 5000 kez ziyaret edilmiştir.