Kayıt Tarihi: 28 Temmuz 2015 Salı 20:48
Ters Köşe
Kılıç mahallesi. TED Zonguldak ve Eskişehir Maarif kolejleri; İst. Hukuk Fakültesi terk. 1965-67 TİP üyeliği ve sonrasında teorik çalışmaya giriş. Demokratik Devrim Derneği kuruculuğu. Akbank’ta çalışırken sendikacılık; o nedenle iş akti feshi. YapıKredi’de örgütlü Banks sendikası danışmanlığı. Sendika, İş Bankası’nda örgütlü Tibaş’a devredilirken tekrar iş akti feshi. İTÜ halkla ilişkiler ve uluslararası öğrenci staj bürosu şefliği; rektörlük tercümanlığı. Bazı dergilerde sahiplik ve yazı işleri müdürlüğü; bir çok makale; 8 adet bilimsel kitap editörlüğü. Alaplı’ya, sonra da Ereğli’ye yerleşme. Amerika Birleşik Devletleri Anonim Şirketi adlı kitabın yazılarak basılması. İkinci cilt çalışmaları ve Ayvalık’a taşınma. (Evli ve üç çocuklu).
PAPA’YA DA MAŞALLAH, ADAM OLUR İNŞALLAH: Hıristiyan dünyasının “Panik Atak”ı veya “Tarihen Suçlu”ların telâşı…

Nihayet olması gereken oldu; Papalık makamı olaya el koydu…

Hiç şüphesiz ki Katolik Kilisesi’nin bu kutsal makamı, Vahhabi Müslümanlığı başta olmak üzere―en genel ifadesiyle―Emevî dinciliği için her zaman bir cazibe merkeziydi. Vatikan’ı, o altın rengi bayrağından itibaren ele alırsak, giyim-kuşamdaki hayranlık uyandıran biçim, renk ve desenler, o ağır-aksak gözalıcı ritmik törenler, derinliği yansıtan o melodik ilâhiler ve sayamadıklarımızın tümü, bizim şark zihnine her zaman bir ulviyet yüklemesi yapmıştır; itiraf edilmeli… Taa Haçlılar zamanındaki, saf Müslümanların, Hıristiyan ibâdetlerinin zorlayıcılığı karşısında ödlerinin patladığına, dehşete kapıldıklarına dair kayıtlar vardır. Hiç şüphesiz ki, sadece kardinal-başrahip kurullarının bitmez-tükenmez konseyleri (konsilleri) içinde İsa adına özgün bir din oluşturmak yetmemiş, Papalığın ağır baskılı ve anti-semitik yani özetle “engizisyoncu” uygulamaları, bütün dinsel ritüellere de zaman içinde büyük sıkıntılar şeklinde sirâyet etmiştir. İşte, yaklaşık 8 ilâ 13. yüzyıl arasındaki o döneme biz, “dinini kurarken Beyaz Adam, bilimi Müslümanlara kaptırdı” diyoruz… Yani Müslüman Bilimi’nin Altın Çağı’na işaret ediyoruz. Ama tam da bu noktada Vatikan bahsine giriyoruz:

Batı Avrupa’da 1100’lü yıllardan beri uygulanmakta olan ENGİZİSYON, sanıldığı gibi sadece Hıristiyanları ilgilendiren bir husus değildi; hiçbir zaman da olmamıştır. Biraz açarsak,―kendi özgün teknolojisini de zamanla geliştirecek olan―Engizisyonun, aslında Milâttan Sonra 4. yüzyılda Doğu Roma İmparatorluğu’nda (Bizans) başlatıldığını görürüz. Öncelikle, en kaba tanımiyle ilkel dinlere inançları nedeniyle Pagan denilen kitleler üzerinde bir yıldırma ve Hıristiyanlaştırma operasyonları zinciridir. Zamanla kardinaller, başpiskopos ve piskoposlar ile diğer kilise babalarının katıldığı konseylerde alınan kararlara aykırı davrananlar için de “sapkınlık” denerek uygulanmaya başlamıştır. Ne var ki öyle veya böyle ama her vesileyle Yahudiler de sonuna kadar konuya dahil edilmiştir. Sadece sürgün ve hapis, vb. cezaları değil, doğrudan doğruya―sırf Yahudi oldukları için―işkence ve canlı canlı ateşte yakma uygulanmıştır. Yahudiler üzerindeki bu vahşi uygulamalar daha sonra Batı Roma’da yankı bulmuş ve böylece 19. yüzyıla kadar zevkle sürdürülmüştür. Kıtlık, sel felâketleri, yangın gibi olayların yanısıra veba, tifüs, vb. gibi hastalıkların sebebi olarak da Yahudiler gösterilmiş; sadece Vatikan Papalığı değil, konudan vazife çıkaran feodal beylerin de katliamlarda payları olmuştur. Meselâ 1366 ve 1391 yıllarındaki kitlesel Yahudi katliamı bunun en açık örnekleridir; ki, Hıristiyanlara karşı Müslümanlarla Yahudiler birlikte savaşmışlardı… (RESİM 1)

1492 yılında tüm Yahudiler ve Müslümanlar İspanya’dan kovulurken Amerika kıtası yeniden keşfedilecek ve kökleri antik-Grek öncesinde olan ilkel kolonizasyon şartları kırılarak biçim değiştirecektir. Kızılderili Amerika yerlileri Beyaz Adama tatminkâr bir köle görüntüsü vermeyince Afrika’dan kaçırılan Karaderililerle yepyeni (özgün) bir kölelik sistemi yaratılacaktır. İşte biz Vatikan bahsine bir de bu noktadan giriyoruz. Çünkü 1600’lü yılların başında Amerika kıtalarının kuzeyinde Hollanda, İngiltere ve Fransa’nın, güneyinde de Portekiz ve İspanya’nın geliştirdiği kölelik sistemi hâlâ bazı Katolik rahipler tarafından sorgulanıyordu. Nitekim, Alonso de Sandoval adındaki İspanyol bir Cizvit rahibi, “Afrikalı zencilerin yakalanıp köle olarak satılması caiz midir” diye Vatikan’a soracaktır. Gelen cevap, köleliğe karşı dinlerin algısını belirlemesi bakımından örnektir:

“. . . Buna cevabım, zatıâlinizin bu konuda herhangi bir kaygı duymasına gerek olmadığıdır. Lizbon’daki hepsi bilgili ve vicdan sahibi kişiler olan “Vicdan Meclisi Üyeleri” bu konuyu tartışmışlar bir karara varmışlardır. Yine hepsi derin bilgili ve erdemli kişiler olan piskoposlar, zencileri yakalamanın kötü bir yanı olmadığını düşünmektedirler. Bizler, bu ticaretin haram olduğunu düşünmüyoruz. Bu nedenle bu köleleri işlerimizde kullanmak üzere hiçbir kaygı duymaksızın satın alıyoruz.” [Kayıtlar, bu cevap karşısında Sandoval’ın zenci köleleri korumaya yönelik örgütlenme çalışmalarına girdiğini ve Güney Amerikada bir ekol oluşturduğunu belirtiyor.]

20. yüzyıla kadar sür(dürül)müş olan köleci sistem, Hıristiyan dünyasında her zaman canlı tutulan Yahudi düşmanlığına da payanda oluşturdu. Bu düşmanlığın seviyesi, entelektüel çevrelerde de yankısını bulmuştur. Meselâ Sefaletin Felsefesi’ni yazan sosyalist Proudhon, “Yahudilerin Asyaya sürülmesi”ni önerebilmişti; Lasalle ile “Yahudi” diye alay eden teori kurucularından ayrıca söz etmiyorum. Bugün, anti-semitizmin―en son Rusya’ya bulaşan―bir Hıristiyan Batı Avrupa hastalığı olduğu ve aynı dönemdeki Müslüman dünyasının da, çok daha sonranın Osmanlı yapılanmasının da “ehli kitap” diyerek Yahudileri koruma altına aldığı gerçeği, unutulmuş taklidi yapılarak gözlerden saklanmaktadır. Üstelik hem Osmanlının camilerde ve sancaklarda Davut kalkanı (yıldızı) kullanmasının izahı yapıl(a)mamakta, hem de, bir yandan Yahudileri katlederken diğer yandan da Beyaz Adam’ın kendi uygarlığını nasıl ve neden “Büyük Yahuda-Hıristiyan Batı Medeniyeti” şeklinde nitelediği açıklanamamaktadır. Herhalde “şizofreni” kavramı da en doğru şekilde ancak bu noktada sözkonusu edilebilir...

20. yüzyıla kadar taşınan anti-semitizm, daha yüzyılın ilk yarısı dolmadan yeniden çiçek açarak meyvesini verecektir. 1. Dünya Savaşı sonrasındaki Viyana Anlaşması’nın dayattığı olağanüstü ağır şartlar nedeniyle düşmanları tarafından sıkıştırılan Almanya’daki şartların olgunlaşması sadece yeni bir savaşa değil, “Yahudi ırkının topyekûn ortadan kaldırılması” çalışmasına da sahne olacaktır. Vatikan’ın işlerine bir defa da buradan baktığımızda, engizisyon sürecindeki cinayetler bakımından kendini tarihen şantaj altında hisseden Vatikan Papalığının Cermen ırkına öncelik tanınmasında bir beis görmediğini anlarız. Almanya’dan gelen bütün istihbarat bilgilerine kulaklarını, gözlerini kapatarak “üç maymun”u oynayan Papalık, aynı zamanda “tarafsız devlet” taklidi yapmaktan da geri durmayacaktır. Papa 12. Pius’un, tüm savaş boyunca Hitler aleyhinde konuşmaması ve sadık kardinallerine onu ziyaret ettirmesi hafızalardadır. Katolik Kilisesi, geleneklerine uygun davranarak açıkça Yahudi katliamına göz yummuş, bunda, istikbâle yönelik bir fayda ummuştur; başka türlü olamaz. (RESİM 2)

Günümüzün Papa hazretleri ise, Ermeni tehciri sürecini “20. yüzyılın ilk soykırımıdır” diyerek Birleşmiş Milletler’in “soykırım” tanımına ekleme, daha doğrusu değişiklik teklifi vermektedir. Adetâ insanların bilinçaltlarında, “Türkler bu soykırımı yapmasaydı, holokost, Almanların aklına bile gelmezdi” algısı yaratılmak isteniyor…

Öyle anlaşılıyor ki sıkıntı ve paylaşılması gereken nefret duygusu çok yoğundur. Zira Türkler Savaş’tan yenilgiyle çıkmış ama emperyalizme teslim olmayarak Anadolu’yu da, Trakya’yı da terketmemişlerdir. Sadece bu bile fevkalâde sinir bozucuyken, bir de Batının hukuk ve adalet merkezlerinin üstüste Türkleri haklı ve eleştirilemez gören kararları, bardakların tümünü taşırmıştır. Vatikan, 2. Dünya Savaşı’ndaki üç maymun politikasını unutturmak ve Batı entelijansiyasının ve istihbarat örgütlerinin şantajını dengeleyebilmek için―örgütlü emperyalist merkezlerin ittirmesi veya çektirmesi sonucunda, Haçlı ruhunun verdiği ivmeyle―“eski düşman”a saldırmak zorundaydı; öyle de yapmıştır. Zaten 2. Dünya Savaşı döneminin Papası olan 12. Pius’un gerçek bir Yahudi dostu olarak tanınması için sadece internet üzerinde ne denli büyük kampanyalar düzenlendiğine bakılınca, Papalığa yapılan Holokost şantajının devâsâ boyutlara ulaştığı anlaşılıyor. İngiltere, ABD ve Almanya’daki büyük Protestan çoğunluğa rağmen Katolik dünyasının bu akıllara sezâ girişiminin dikkatle izlenmesi gerekiyor; zira artık “vezir” oynanıyor…

Diğer yandan hatırlatmak gerekiyor ki sıkıntı sadece Türkiye’de yaşanmıyor; aslında uzun bir süreden beri dünya çapında bir hukuk-din savaşının içinden geçiliyor. Bilimin “kavram”ları yerine, dinin “nosyon”ları devreye sokulmuştur. Bir başka deyişle, Batı düşüncesinin de ürünü sayılan hukukun, adaletin, insan eşitliğinin yerini, söylenceler, kanaatler, hâtıratlar, rivayetler, vb. gibi gibi altı boş söylemler alıyor. ABD’nin dünya çapındaki eylemlerinden de bellidir; biliniyor: Ulsuslararası hukuk, adalet, vb. müesseseler uzun süredir askıya alınmış, “zor”a dayalı algı operasyonları sıradanlaşmıştır. Bütün bunlar, düalist Batı Düşüncesi’nin, bizim kavrayışımızdan çok daha yoğun bir mantıkî sıkıntı içinde olduğunu gösteriyor. Bu çerçevede, dünya nüfusunda ateistlerin yüksek bir orana ulaşmasına paralel bir karşı koyma çabası olarak tarihî Ortodoks-Katolik bölünmesinin düzeltilmesi mücadelesi de hızlanıyor. Onlar buna “dinlerarası diyalog” diyor; kendini Müslümanların temsilcisi sayanlar da bir hayal perdesinin ardından, yani kendilerini de kapsıyor “zannederek” buna dahil olmak istiyor. Kısacası, her şeyi ekonomizmle tarif etmeye çalışan uzmanlarımız fena halde yanılıyor. Çünkü bizi, kendi dincilerimizle uğraştırarak rehabilite etmeye çalışan batılı merkezlerin çok daha farklı sıkıntıları var; her türlü çılgınca hesaba sarılıyorlar. Aslında―kitleleri uyutmaya yarayan―Hıristiyanlık elden gidiyor!..

........................................

1) Batı Avrupalı Beyaz Adam nekadar direnirse dirensin, Kristof Kolomb’dan önce Arap ve Çinli denizcilerin Amerika kıtasını keşfetmemesi için hiçbir sebep bulunmuyor; tam tersine, bir çok kanıt bulunuyor.

2) HOWARD ZINN: “Amerika Birleşik Devletleri Halklarının Tarihi”; Çeviren: Sevinç Sayan Özer; İmge Kitabevi; Nisan 2005, Ankara; S.35-36.

3) Fotoğrafa ve diğerlerine <www.alamoministries.com/content/english/Antichrist/nazigallery/photogallery.html> adresinden ulaşabilirsiniz

 
Gösterim : 4083
YORUMLAR
Web sitemiz 04.03.2012 tarihinden itibaren;
Toplam: 21549448, Bugün: 3553 kez ziyaret edilmiştir.