Kayıt Tarihi: 14 Haziran 2018 Perşembe 01:35
Seyahatnamelerde Ereğli
1961 yılının 6. Ayının 16'sında Eregli'de iki kuşaktır eczacı bir ailenin ikinci oğlu olarak dünyaya geldim.Turgut Reis Ilkokulu'nun ardından Galatasaray Lisesi'ni 1980'de bitirdim..On yaşlarından beridir kokusunda büyüdüğüm Memleket Eczanesi beni eczacı yaptı.Askerlik görevini yerine getirdiğim 1986-87 Çanakkale Deniz Hastanesi dönemi dışında dedemin eczanesinde babamla birlikte çalıştık.Halen üçüncü kuşak olarak dede yadigârı Memleket Eczanesi'ni sürdürmeye çalışırken 2004'ten bugüne Ecz. Sabit Duran'ın Ereğli Tarihi'ni yayınlamak üzerine başladığım çalışmalar beni bir yerel tarih tutkunu haline getirdi.Geçen yılsonu yayımlanan "Kastamonu ve Bolu Salnamelerinde Ereğli" adlı bir kitabım var..
Uluslu İbrahim Hamdi Efendi

1680-1762 yılları arasında yaşamış, Bartın – Ulus/Yeniköy-Küçük Anduz Köyü doğumlu Osmanlı Coğrafya bilgini olan İbrahim Hamdi Efendi’nin babası Seyyid Bayram Çelebi tımarlı sipahi olduğu için çok zaman Rumeli memleketlerinde hayatını geçirmiştir.

1729-1750 yılları arasında Atlas adıyla 2 ciltlik coğrafya eserini yazmış ve daha sonra yaptığı ilavelerle eserini genişletmiştir. Seyyid İbrahim Hamdi Efendi, Atlas adlı eserinin 1. Cildinde kendi doğduğu köy, çevresi ve ailesi hakkında çok geniş bilgilerin yanı sıra Anadolu şehirleri hakkında da bilgiler vermektedir.

Kastamonu Abdurrahmanpaşa Lisesi müdürlerinden Talat Mümtaz Yaman 1934 yılından itibaren sözkonusu eserin 1. cildi üzerinde geniş incelemelerde bulunmuş; önce Konya ve civarı hakkındaki bilgileri(1938), daha sonra da elindeki nüshaya göre yazarı ve ailesini tanıtıp, memleketine dair verdiği bilgileri Halkevleri yayını olan Ülkü Dergisi’nde yayınlamıştır. Ancak, Mümtaz Yaman’ın özel kütüphanesinde bulunan Atlas’ın 1. Cildinin özgün nüshası 1942 senesinde çıkan Kastamonu yangınında evi ve diğer eserleriyle birlikte yanmış; bu ciltten geriye ancak Mümtaz Yaman Hoca’nın Ülkü ve Konya Dergilerinde yayınlamış olduğu kısımlar kalmıştır.

Talat Mümtaz Yaman Kastamonu doğumlu bir eğitimcimizdir ve 1948 yılında Kdz. Ereğli Milli Eğitim Müdürlüğü de yapmıştır. Tarih öğretmeni olması nedeniyle bu konuda bir çok eseri vardır. Ereğli’de bulunduğu dönemde kendisini tanımış olduğunu düşündüğüm dedem Eczacı Sabit Bey’in Ereğli Tarihi’ni yayına hazırlarken haberdar olduğum bu Atlas’ın Türkçe yayımını onun eserinde belirttiği gibi (1) 1940 yılının Mart ayı tarihli olan Ülkü Dergisinin 85. sayısına erişerek okuma şansım oldu. Talat Mümtaz Yaman’ın sözkonusu çalışması daha sonra “Cihannümanın İlaveli Bir Nüshası / Talat Mümtaz Yaman - Ülkü Mecmuasının 85, 86, 87. Sayılarından Ayrı Basım.” adıyla 27 sayfalık bir kitap halinde de yayımlanmıştır.

“Cihannuma’nın İlaveli Nüshası” başlığını taşıyan yazıda Talat Mümtaz Hoca, önce Kâtip Çelebi’nin Cihannuma’sının değişik basımları hakkında bilgi verir, ardından konu aldığı “Atlas-ı İbrahim Hamdi Efendi” üzerine beş paragraftan oluşan ve ayrıntılı dipnotlar ekli olan bir açıklama yer alır. Metnin devamında yer alan 1730 yılı Ereğli’si hakkındaki anlatım, benim günümüz Türkçesine çevirdiğim haliyle, şöyledir: (2)

Benderkli, diğer adıyla Ereğli Karadeniz kıyısında Bolu kuzeyinde bir kaledir ki tahminen kapladığı alan Topkapı Sarayı kadar olup doğu tarafı deniz kenarı ve yukarı güney taraflarının çoğu duvarları harap olup ancak batı tarafındaki iskele ve şehrine bitişik olan kapısının asıl biçiminde yüksek duvar ve tabyalar ve kapının üzerinde [yaprak 315] iki insan şekli ayak üzere dururlar. Kale kapısının içinde bir mahalle ve Sultan Orhan camisi olup ve kale kapısının dışında bayındır çarşısı ve kahveleri ve bir hamamı ve çeşmeleri ve iskele yakınında konuklarına han odalarına bedel odalar ve köşkleri olup oturanlarına günde birer para kira ile verirler ve ekmekçi fırını olmayıp herkes evinde ekmek pişirip çarşıda satarlar. Çarşının batı tarafında kefere zamanında etrafı kargir duvarlı limanı var imiş. Zamanla dolup harap olmuş. Şu anda orada tabakhane olup kalenin harap duvarı karşısında çevreden taş dökme bir limanı vardır ve kalenin içinde emirlik zamanında olan bedesten ve dükkanın taşlarını yüzer adam yerinden kaldıramaz ve bazı kulelerinde bahçe yapıp nergis ve başka çiçekler dikmişler. Öyle ki başka memlekette öyle çiçek olmaz ve kale kapısının dışında bir kule zirvesinde Müftünün evi olup rahatlatan, iç açıcı bir evdir. Güzel imar edilmiş bir kasaba olup gönül çelici genç kızları vardır. Ancak halkının bir miktar tutuculuğu vardır. İncir ve üzüm ve ceviz ve diğer meyvesi çok bol olup halkının çoğu kürdan ve kaşık yaparlar. Kerestesi olup İstanbul'a götürürler ve kaleden doğu tarafından Karadeniz'e bakan bir tepede merhum Fatih Sultan Orhan'ın hocası Seyyid Yaha-yı Şirvani hazretlerinin evladından olup Seyyid Nasrullah Efendi Hazretlerinin nurlu kabri olup bazı kimsesiz yoksul kızları varıp odalarda kalarak hizmet ederler. Bir göz yer vakıftır ve orada Karadeniz Boğazında olduğu gibi bir fener olup gemilere hata gelmesin diye geceleri ışık yakılır. Halk arasında Hacıbaba türbesi diye ziyaret ederler. Sultan Orhan gelip kale fetih eylediklerinde oğlum şu makamı bana bağışla diye rica etmişler. Ricasına izin buyrulduğunda bu yeri neden istersin diye sorulmuş ve onlar da toprağımız burada olup yatsam gerektir diye buyurduğunda sultan merhum incelik göstermiştir. Bir temiz halkı olup iyi malları bez ve kereste ve meyvedir. Vilayetlerinde zina ve oğlancılık enderdir meğer ki zorbalardan bir yaramaz gelmiş buluna..."

Bu metni Ereğli hakkında ilk Türkçe yayını yapmış olan değerli hocamız Tahsin Aygün de kitabına almıştır. (3) Gene 40’lı yıllarda Ereğli Milli Eğitim camiasının bir ferdi olan Tahsin Hocamızın metninde bazı küçük farklılıklar bulacabilirsiniz. Yaşı itibarıyla Osmanlıca bildiğini öngördüğüm Tahsin Bey, belki de özgün metinden kendi çevirisini aktardı okuyucularına. Ancak metin, esas itibarıyla önemli bir fark içermez.

Eczacı Sabit Bey ise kitabının iki noktasında bu kitaptan alıntı yapar ve yazılanları oldukça ayrıntılı inceler.

Kitabının “Ereğlide Mevcut Eski Eserler” adlı kısmının “Ereğlinin Limanları” bölümüne “Üçtür” diyerek başlar (4) ve “1-Doğu limanı” başlığı altında arkadaşlarıyla yaptıkları araştırma sonucu eserde “Çarşunun garp tarafında kefere vaktında kargir dıvarlı limanı var imiş, zamanla dolup harap olmuş, elyevm tabakhanesi olup kal’anın harap divarı mukabilinde etraftan taş dökme bir limanı vardır....” cümlesiyle anlatılan noktayı Çarşı (Tabakhane) Deresini kastederek “Bu dere içinde sıkı bir araştırma yaptım, limanın kapusunu buldum, bu noktadan tetkikatımıza başladık, bu limanın batı kesiminin divarları mevcuddu. Doğu kısmının divarlarını inceledik, bahçe sahiplerile temas ettik. Bahçelerin eski hallerinde ne gibi şeylere tesadüf ettiklerini anladık. Ve onların delaletile divarların izlerini bulmağa başladık.

Bu gün burası çarşu deresinin ağzıdır, yazın bu ufak dere kurur, kışın büyür. Derenin tam susuz zamanı idi. Liman ağzının doğu kısmının divarlarını bulduk. Araştırma arkadaşım olan Halk evimizin idarecilerinden genç Ali Gülen sevincinden titriyordu. “İşte, yalınız liman değil, limanın iskelesi...” diye bağırdı.

Hakikaten yıllarca hiç nazarı dikkatimizi çekmemişti. Limanın ağzından 120 metro mesafede bulunan deniz kıyısındaki bu taşların 45 sene evvelki vaziyetini düşündük. Bugünkü halile mukayese ettim. Burası limanın hariçteki iskelesi olduğuna hükmettik, artık biz yeni bir kıt’a keşfetmiş gibi seviniyorduk!.. Haritasını arz ettiğim liman meydana çıktı.” şeklinde kaleme alır.

“Ereğli’nin Akropol’u ve Kal’aları” bölümünde ise (5) “şark tarafı derya kenarı ve yukarı güney taraflarının ekseri bedenleri harap olup, ancak garp tarafında vaki iskele ve şehrine muttasıl olan kapusu, hey’eti asliyesi üzerine balater beden ve tab’ayalar ve kapunun üzerinde iki adem şekli ayak üzere dururlar” dediğine göre kasabanın garp tarafında ve Bozhane iskelesine muttasıl olan kapusu ki bu kapının bugünkü Hacıraşitler apartmanın olduğu yer olması muhtemeldir. (6) Zira o apartmanın yanındaki arsada Belediye Reisi Çerkes oğlu Yani Ağa (7) zamanında taştan yekpare bir kemer çıkmıştı, bu kemerin açıklığı 3 metro vardı. Bu apartmanın 10 metro doğusunda ve bugün 10 metro yüksekliğinde, yola doğru meyilli bir taş kitlesi vardır ki bu kütlenin üstünden taşlar alındığı ve bu kitlenin oldukça yüksek olduğu etrafındaki kal’a divarlarının vaziyetinden anlaşılmaktadır. (8) Bu kitlenin önünden geçen yolun deniz tarafında, yani Neyrenli Ziya’nın ve Hafız Mehmed’in evinin altından geçen 4 metro yükseklikteki sürleri bugün mezkür evlerin temellerini teşkil etmektedir. Bu sürle, deniz tarafından müdafaa edilen bu yol, kale içinden limana ve rıhtıma giden en işlek yoldur (Bugün yaşayan ihtiyarların sözlerine göre bundan 65 yıl önce 4 metro yükseklikteki bu sür bulunmakta imiş)(9). Çok zaman önce dolmuş olan bu limana karşı ve limandan 7 metro bir yolla ayrılmış olan kitlenin Cihannuma’nın dediği “ayak üzerinde duran iki adem şekline” kaidelik-oturaklık yaptığı yer olması çok muhtemeldir.

Sabit Bey’in anlatımı, daha da devam eder. Ancak yerimizin darlığı nedeniyle buraya alamıyoruz.

İbrahim Hamdi Efendi’nin “Sultan Orhan gelip kale fetih eylediklerinde” ifadesine dayanarak Ereğli’nin “fethini” o döneme yerleştiren bazı yerel tarihçilerimiz olmuştur. Oysa ki, tarihte tek bir kaynağa dayanarak iddiada bulunmak doğru bir yöntem değildir. Yapılacak ayrıntılı bir araştırma ile, Osmanlı’nın ilk yıllarında yazılmış hiçbir tarih eserinde bu yönde bir kayda rastlanmadığı görülecektir(10). Geçtiğimiz ay da belirttiğimiz gibi, Bu iddiayı ısrarla dillendirenlerin Ereğli’yi illâ fetihle ele geçirilmiş olması isteklerini tarihin doğrulamadığı açıktır. İbrahim Hamdi Efendi’nin Cihannüma’nın ilâve nüshasındaki anlatımı; klasik Osmanlı tarihçilerinin efsane ve padişahları yüceltmeyi seven anlatım tarzlarının bir sonucundan başka bir şey değildir. Bu konudaki elimizdeki en önemli tarih kaydı, 1404 yılında yöremizden geçen ve bu yazı dizisinin ilk seyyahı olan de Clavijo’nun “Bize anlatıldığına göre, yaklaşık aşağı yukarı otuz yıl kadar önce Konstantinopolis İmparatoru burayı Süleyman Çelebi’nin babası olan Türk Sultanına binlerce duka karşılığında satmış.” şeklindeki anlatımıdır ve 1375’lere denk gelir.

-----------------------------------------------------------------------

DİPNOTLAR

(1) Eczacı Sabit Bey’in Ereğli Tarihi-Cild I Eski Ereğli – Sadun Duran (yayınlanmamış el yazması) Sayfa: 41, 49.

(2) Ülkü - Halkevleri Dergisi – Direktör: M. Fuad Köprülü – Sayı: 85-Mart 1940 – Cild: XV – Ulusal Matbaa – Ankara Sayfa : 48-49.

(3) Karadeniz Ereğlisi Tarihi-Tahsin Aygün, Ankara, 1960 Sayfa : 33-39.

(4) Eczacı Sabit Bey’in Ereğli Tarihi-Cild I Eski Ereğli – Sadun Duran (yayınlanmamış el yazması) Sayfa: 41.

Bunun dışında, bir de 49-50. sayfalarda “Ve bu fikrimi teyit edecek olan : “Dahili kal’ada hini emaretinde olan bedestan ve dekakinin taşlarını.....” kelimeleridir ki dabakhanenin yanından başlayan bedestan ve çarşusunun her neresi kazılsa yüz ademin kaldıramayacağı taşların hertaraftan meydana çıkmasıdır.” diyerek konuya ekleme yapar.

(5) Eczacı Sabit Bey’in Ereğli Tarihi-Cild I Eski Ereğli – Sadun Duran (yayınlanmamış el yazması) Sayfa: 49.

(6) Bugün Bozhane Hamamı’nın yanından içeriye giren caddenin tam karşısında kalan bu yapı halen eski biçimini büyük ölçüde korumaktadır. Altından kemerli bir sokak (Kemeraltı Sokak) geçer. Bu yapının geçmişte Hıristiyanların Sübyan Mektebi olduğunu Nuri Çimenoğlu’nun anlatımını aktardığım Seyfettin Onat’tan öğrendim.

(7) Karadeniz Ereğli Belediyesinin 2005 yılında yayınladığı “125. Yıl Albümü”nde “Karamanlı Yuvan Ağa” olarak geçen bu Belediye Başkanının görev süresi için 1900-1906 yılları belirtiliyor.

(8) Bu paragrafta bu şekilde anlatılan noktayı bugün tanıyabilmek çok zor. “Hamam”dan kastedilen Bozhane Hamamı’dır, ancak 1940’lı yıllarda bu noktanın yerleşimini bilemediğimiz için, “yola doğru çıkmış ve kal’a bedenine yapışık heykel kaidesi olması muhtemel bulunan büyük taş kitlesi”nin nerede olduğunu anlamamız çok kolay değil. Wolfram Hoepfner surları anlatımında değindiği şu nokta aynı sur kalıntısı olmalıdır: “Daha sonraki güzergâhta, kent surları büyük ölçüde tahrip olmuştur. Plan I, nokta 8’deki alt tabakalar, Helenistik dönemden kalmadır. Buna eklenen, 5,70 m. öne çıkan ve 7,70 m. genişliğindeki kule, hala 6 m. yükseklikte ayakta kalmıştır. Toplama eser parçaları arasında mermerden bir sütun başlığı bulunur. Bu başlık duvara öyle yerleştirilmiştir ki alt tarafındaki bir Bizans yazıtı cadde tarafından okunabilir.” Tayfun Akkaya, 1994’te yayımladığı çalışmasında bu levhayı içeren bir sur parçası belirtir. Fotoğrafını da koyduğu (Res. 49a) levhayı içeren sur parçasının anlatımına göre, Bozhane Hamamının bulunduğu adanın arkasındaki yol kenarında olması gerek. Şu anda bölgede bulunan ve yeşilliklerin istilasına uğramış sur parçasında herhangi bir levha görünmemektedir. Aynı levhanın fotoğrafı, Tahsin Aygün’ün eserinde de (s. 56) vardır.

(9) Burada sözü edilen surlar daha önceki aylarda konu ettiğimiz 1854 tarihli Spratt’ın haritasında da net olarak gösterilmiştir.

“65 yıl önce” denildiğine göre, 1880 yılında da demek ki Bozhane Hamamı arkasındaki ikinci sur dimdik ayakta imiş.

(10) Türk Tarih Kurumu yayını Faik Reşit Unat-Prof. Dr. Mehmed A. Köymen’in hazırladıkları Kitab-ı Cihan-Nümâ – Neşrî Tarihi; Kâtip Çelebi’nin Cihannûma’sının sonundaki tarih bölümü; Hammer’in Osmanlı Tarihi; Prof. Dr. Halil İnalcık’ın eserleri ve bunun gibi daha birçok incelediğimiz yayın.

 
Gösterim : 5066
YORUMLAR
Web sitemiz 04.03.2012 tarihinden itibaren;
Toplam: 21674169, Bugün: 364 kez ziyaret edilmiştir.