Kayıt Tarihi: 10 Nisan 2018 Salı 22:23
Seyahatnamelerde Ereğli
1961 yılının 6. Ayının 16'sında Eregli'de iki kuşaktır eczacı bir ailenin ikinci oğlu olarak dünyaya geldim.Turgut Reis Ilkokulu'nun ardından Galatasaray Lisesi'ni 1980'de bitirdim..On yaşlarından beridir kokusunda büyüdüğüm Memleket Eczanesi beni eczacı yaptı.Askerlik görevini yerine getirdiğim 1986-87 Çanakkale Deniz Hastanesi dönemi dışında dedemin eczanesinde babamla birlikte çalıştık.Halen üçüncü kuşak olarak dede yadigârı Memleket Eczanesi'ni sürdürmeye çalışırken 2004'ten bugüne Ecz. Sabit Duran'ın Ereğli Tarihi'ni yayınlamak üzerine başladığım çalışmalar beni bir yerel tarih tutkunu haline getirdi.Geçen yılsonu yayımlanan "Kastamonu ve Bolu Salnamelerinde Ereğli" adlı bir kitabım var..
Georges Perrot - Edmond Guillaume

19. yüzyılda özellikle Fransız arkeologların Küçük Asya’ya ilgisi artış göstermiş ve bu dönemde ülkemiz daha önce de anlattığımız gibi bir çok arkeoloğun ziyaret ve incelemelerine konu olmuştur.

Bu dönemin iki önemli Fransız bilim adamı olan George Perrot (1832-1914) arkeolog, Edmond Guillaume (1826-1894) ise mimardır. Perrot, Sorbonne’da ders vermiş, Kitâbeler ve Güzel Sanatlar Akademisi Genel Sekreterliğinde bulunmuş; Guillaume ise İstanbul’daki Fransız Büyükelçiliği binası yanında Paris’te ünlü Louvre ve Versailles Sarayları gibi bir çok devlet yapısının mimarlığını yapmıştır.

Bu iki insanın yolları, 1861’de kesişir. Dr. Jules Delbet ile birlikte Anadolu’nun orta ve kuzey bölgelerini kapsayan bir geziye başlarlar. Bu gezi sırasında 16-18 Temmuz 1861 tarihlerinde üç gün boyunca Ereğli’yi de ziyaret ederler..

Perrot, gezi izlenimlerini anlattığı kitabında (1) Ereğli’yi şöyle konu eder:

Sabah saat altıda demir attığımız Ereğli(metinde Erekli) şehri, etraflarını tamamen kaplayan ağaçların arasında neredeyse kaybolmuş yüksek evlerini çevreleyen asırlık surlarıyla çok güzel bir görünüme sahip. Bu kadar yoğun yeşilliğe sahip başka bir Türk şehri hiç görmedim. Her yeri, her köşesi yemyeşil. Harika bir şehir bu. Hacı-Yanni (metinde Hadji-İanni) adında zengin bir Piskoposun evine yerleştik. Ev çok temiz, geniş bembeyaz patiskayla örtülü, üç ya da dört bölümden oluşan sedirle kaplı, çiçek saksılarıyla dolu bir terası var. Ereğli, zamanında Karadeniz kıyılarının en zengin ve ticaret bakımından en gelişmiş kentlerinden biri olmasına karşın, şimdi büyükçe bir kasabadan başka bir şey değil. Ev sahibimizin ifadesine göre, üç yüz Türk ve hepsi Rum olan reayaya ait yetmiş haneden oluşuyor.

Antik Heraklea kalıntılarını gezerken, yol gösteren genç Rum delikanlısına kentteki Türkler konusundaki düşüncelerini ve bu Türklerin sakin ve iyi insanlar olup olmadıklarını sordum. “Kesinlikle, diyerek cevapladı beni, kesinlikle.” Bu söylediği, bana az sonra Paskalya gecesinde Türklerin Rum Kilisesini yağmalayarak altın ve gümüş ne varsa aldıklarını anlatmasını engellemedi. Çalınanların değerinin beş bin kuruştan fazla olduğunu da ekledi. Suçluların kim olduğunu biliniyormuş. Evinde konakladığımız Rum Piskopos İstanbul’da aylar geçirmiş; adaleti sağlamak için kadıları, bakanları, sadrazamı ziyaret etmiş ve bir sürü para harcadıktan sonra geri dönmüş. Olayın elebaşı ise, İstanbul’da kendine yardım edenlerle ganimeti paylaşmış. Şimdi Ereğli’ye dönmüş ve koruyucularına yaptığı cömertlik sonucu görüldüğü kadarıyla paçasını kurtarmış.

Ertesi gün, küçük bir yelkenliyle geçtiğimiz komşu kasaba Akçaşehir’de(metinde Aktchéchéir) bir ağacın gölgesinde memleketin Türk ileri gelenleriyle kahve içiyor, tatlı bir esintiden hoşnut şekilde sohbet ediyorduk. Bize başkentinden gururla bahseden müdür(metinde mudir), yani bölge yöneticisine ne kadar maaş aldığını sorduk. İç çekerek, “Ayda iki yüz elli kuruş,” diye yanıtladı. Elli franka eşdeğerdi. Mihmandarımızın aldığından daha düşük bir maaşla bir aile babası için yönettiklerini soymak neredeyse bir görev haline gelir. Zavallı adam için iyi dileklerimizi belirttik. “Pöh! Yerini ve makamını korumak için, devletin bir kuruşuna bile dokunmaksızın rızasıyla gönüllü olacak bir müdür yok artık, kim ne derse desin.” Hep birlikte güldük, hiç kimse kinayeyi üstüne alınmadı, onurlu memur da tüm kalbiyle neşeli ortama katıldı.

Guillaume ile Perrot’nun 1872’de birlikte yayımladıkları kitap (2) Ereğli’ye ait antik kitabe anlatım ve çözümlemelerini içermesi bakımından önemlidir. Önce kentin tarihi ve 1861’deki durumuyla ilgili bir anlatım yer alır:

Aynı ismi taşıyan diğer birçok Yunan kentinden ayırt etmek için geçmişte HERAKLEA PONTİKA olarak adlandırılan Heraklea, bütün antik dönem boyunca önemli bir kent olmuştur. Megara kolonisi olan kent, zaman içinde komşu topraklarda yaşayan Trak kökenli Maryandinleri egemenliği altına almış ve Karadeniz kıyılarında birçok koloni kurmuştur. Roma egemenliği döneminde, Bitinya başkenti ünvanı için çok sefer Nikomedia ile çekişmiştir. Orta Çağda, Konstantinopolis ve İznik imparatorluklarının güçlü konumu nedeniyle kaybetmek istemedikleri ve çok önem verdikleri bir kent olmuştur. Günümüzde ise, ismini antik biçiminin biraz değişmiş şekli olan Erekli ile nerdeyse korumuş olsa da, üç-dört yüz haneli bir kasabadan başka bir yer değildir. Gerçi, yıkık surların üzerinde tablo gibi ahşap evlerin yer aldığı yamacın baktığı körfez, Sinop’tan Boğaz’a tek demirleme imkânı veren yerdir, ancak buharlı vapurlar günümüzde buraya hiç uğramaz. Birkaç küçük yük teknesi kalitesiz kömürünü ve Bitinya Olimposu’nun dev ormanlarının kötü bir işletmecilikle günden güne tüketilmesi sonucu çıkan kerestesini nakletmeye yeterli olur.

Son cümledeki kömürle ilgili yorum, geçen ay konuk ettiğimiz Spratt’ın incelemeleri ve Kırım Savaşı’nda İngiliz-Fransız donanmalarına kömürün bölgemizden sağlandığı göz önüne alınırsa, haklılığı olan bir ifade değildir, aslında..

Şöyle devam eder, yazarlar:

Antik kenti çevreleyen sur, kentin tüm gelişmesine karşın varlığını sürdürmektedir. Antik eserlerden alınmış birçok parça içerir, ancak antik döneme ait temel taşlarını sadece iskele ve çarşının yakınındaki kapıda gördüm(3). Kent surunun, Geç İmparatorluk döneminde tamamen yeniden inşa edildiği bellidir, ve bir tanesi Corpus’ta daha önce (no 8745) yayımlanmış, diğerini aşağıda bulacağınız iki kitabe bu restorasyonların sonuncusunun on dördüncü yüzyıla, Paleolog Hanedanı dönemine dayandığını kanıtlar. (4) Yalnız konumu itibarıyla bile; Heraklea çok güçlü bir kentti, denize bakan konumuyla diğer bütün yönlerden tecrit edilmiş durumdaydı. Sağda ve solda, alt kısmında birer küçük dere akan dik uçurumlara sahip. Güneyde(5), kara tarafında; kalenin şehir surlarının en yüksek noktasını oluşturduğu yerde surlar dönerek birden alçalır ve Heraklea’nın iç bölümdeki dağ kütlesini ayıran alçak bir ovaya doğru uçurum oluşturur. Bu küçük ovada geçmişte çimentosuz birleştirilmiş büyük bloklardan yapılmış güzel bir yapının tabanları ile desteklenmiş bir su kemeri vardı(6). Bu kalıntılar, toprağın üzerinde görülenler arasında Heraklea’nın en eski döneminden kalmış gibi göründü bana.

Bu geniş sur bölgesi içinde, günümüzde sadece deniz kenarı kısmında yerleşim görülüyor. Yukarı şehir(7), nerdeyse ıssız durumda; sadece dut ağaçları ve ekilmiş tarlalar bulunuyor. En tepede, şehri çevreleyen surun en yüksek noktasında tüm çevreye hakim eski bir hisar var. Bu noktadan, ova ve ovayı bölen vadiler çok geniş bir açıdan görülebiliyor.

Devamında Cehennemağzı Mağaraları üzerine ayrıntılı bir anlatıma giren yazarlar, bölgenin tarihsel özelliklerini anlatıp antik kaynaklardaki yerini açıkladıktan sonra devam ederler:

Ünlü mağarayı bulmak zor olmadı; yakınlardaki bir mağara ile ilgili araştırma yaptığımızda, ev sahibimizin oğlu bize rehber olmayı teklif etti. Şehrin kuzeyinde, surlara yaklaşık bir kilometre uzaklıkta, bir yükseltinin arkasında saklanan, güzel bir düzlükle denize açılan küçük bir vadide bulunuyordu. İki kayalık yamacın arasından bir dere akıyor; çalıların ve incir dallarının arasından keski izleri görülüyordu. Vadinin sol yamacını oluşturan kayanın içinde üç farklı bölgede, aniden deniz yönünde alçalan büyük mağaraların ağızları açılıyordu. Dere boyunu izleyerek ilk rastladığımız mağara daha az derindi, kayaya oyulmuş nişler göze çarpıyordu. Bir mozaiğin parçaları olduğu şüphe götürmeyen çakıl taşlarını yerden topladım. Mağaranın tabanı, Pompei’de çok görülen türden büyük mozaiklerle kaplı gibi görülüyordu. Üçüncü mağarada uzun uzun anlatacak bir şey yoktu, ancak ikinci mağara en ilginç olanıydı. Kayanın içine oyulmuş dönen merdivenli dar bir boşluktan iniliyordu; bu Ksenofon’un iki stadia derinliğindeki mağara diyerek sözünü ettiği olmalıydı. Ne yazık ki, meşalemiz yoktu, fazla aşağıya inemedik. Az uzakta, rehberimizin küçük sandalla gezilebildiğini söylediği nehri oluşturan suların akışı duyuluyordu: bu şüphesiz cehennem nehri, Acheron idi. Bu su çok soğuktu, az önce düşündüğümüz gibi hemen yakındaki denize akmıyor; Heraklea’dan oldukça uzağa, antik Amastris olan Amasra yakınlarına kadar uzandığına bölgede inanılıyordu, bu yer altı nehrine atılan arpa tohumlarının oradan çıktığı görülmüştü. İddialar ne olursa olsun, antik dönemde bu mağaraları kutsal sayan geleneği anlamak zor değildi; toprağın içine aniden ve derinlere kadar giren, gök gürültüsü sesleriyle akan ve nereye gittikleri bilinmeyen sular; tüm bunlar hayal gücünü kamçılayan şeylerdi. Bu yöreyi Herkül’le bağdaştıran kültü ve vadinin kutsal karakterini toprak üzerindeki inanılmaz sayıdaki adak ve mezar taşları kanıtlıyordu. Çevre şehir ve köylerinin büyük taşlara ihtiyacı olduğunda geldikleri yer burasıydı, kazdıkları her noktada istediklerini buluyorlardı, ve bu taşlar, rehberimizin ifadesine göre, hemen tamamen yazıyla kaplıydı. Bu yağmanın izleri, bazı yerlerde halen görünüyordu. Bu bölgede yapılacak bir kazı kesinlikle birçok eski kitabe bulunmasını sağlayacaktır.

Eserde bu anlatımın ardından yazarların Ereğli’de kopyalayarak çözümledikleri yazıtlar sıralanır. Tamamını kitabımızda bulacağınız kitabelerden yukarıda da söz edilen ve halen yerinde olan bir tanesini 1325 yıllarına, Ereğli’nin Trabzon İmparatorluğu egemenliğinde olduğu döneme tarihleyerek anlatırlar. Tahsin Aygün Hocamızın da fotoğraflarıyla kitabına aldığı bu kitabeyi (8) Fransızcasından şu şekilde çevirdim:

Her daim yeşeren bu mor menekşe dalının tohuma durması, / İmparator Andronikus’un torunu / Temellerinden itibaren yeni bir Kule inşa etti, / Ve aynı zamanda sanat ile inşa etti, /

Tamamen yerle bir olmuş Heraklea Pontika şehrini, / 6833 senesi.

DİPNOTLAR

(1) Souvenirs d’un Voyage en Asie Mineure [Küçük Asya Seyahati Anıları] – Georges Perrot – Paris, 1867 (2.baskı) S. : 239-241.

(2) Exploration Archéologique de la Galatie et de la Bithynie, d’une partie de la Mysie, de la Phrygie, de la Cappadoce et du Pont exécutée en 1861 (Galatya ile Bitinya’da ve Misya, Frigya, Kapadokya ve Pontus’un bazı bölümlerinde 1861’de yapılmış Arkeolojik Araştırma) – Georges Perrot, Edmond Guillaume & Jules Delbet –Tome 1er - Paris, 1872. 15-19. sayfalar arası Ereğli’ye ayrılmıştır.

(3) Burada sözkonusu olan kapılar, Bozhane limanı yakınındaki bugün artık var olmayan kapı ve Kaneri Kapı olmalıdır. Bozhane’deki kapıda bir kitabe olduğu daha sonraki yayınlarda da geçer.

(4) Bugün Bozhane’yi Kızkapısı’nın altından Yeni Mahalle’ye bağlayan yol üzerinde sağ taraftaki sur duvarlarına ait bir kule üzerinde bulunan kitabe anlatılmaktadır.

(5) Burada bir yön karışıklığı olsa gerek. Surların en yüksek kesimi, kentin güneyinde değil, kuzeyindedir.

(6) İlk olarak 1838 Mayısında Ereğli’ye gelen Boré’nin “Kendisi de bir kale olan devasa bir su kemeriyle karşı dağlardan suyu sağlanan Akropolun yıkıntıları kente egemendir.” sözleriyle anlattığı su kemeri kastediliyor. “Vardı” denildiğine göre, su kemeri bu tarihte yıkılmış olmalıdır.

(7) Kadı Tarlası bölgesi kastediliyor.

(8) Karadeniz Ereğlisi Tarihi-Tahsin Aygün, Ankara, 1960 Sayfa : 55-62. “Bizans devrine ait, tarih: 1206” olarak tarihlediği ve “Ereğli şehri ile fenerin yeniden yapılması münasebetiyle yazılmış olduğu anlaşılıyor.” diyerek açıkladığı kitabeyi Tahsin Hoca “Kızıl yeşil Yunan meş’alesini yakan / büyük babası hükümdar Andronikos / o ıslak temel üzerine yeni bir fener yaptı / zamanın yıktığı şeyi yeniden yaptı / muhteşem bir sanatla bütün Heraklea’yı yaptı” biçiminde Türkçeye aktarır.

 
Gösterim : 5973
YORUMLAR
Web sitemiz 04.03.2012 tarihinden itibaren;
Toplam: 21626635, Bugün: 303 kez ziyaret edilmiştir.