Kayıt Tarihi: 28 Nisan 2016 Perşembe 17:56
Seyahatnamelerde Ereğli
1961 yılının 6. Ayının 16'sında Eregli'de iki kuşaktır eczacı bir ailenin ikinci oğlu olarak dünyaya geldim.Turgut Reis Ilkokulu'nun ardından Galatasaray Lisesi'ni 1980'de bitirdim..On yaşlarından beridir kokusunda büyüdüğüm Memleket Eczanesi beni eczacı yaptı.Askerlik görevini yerine getirdiğim 1986-87 Çanakkale Deniz Hastanesi dönemi dışında dedemin eczanesinde babamla birlikte çalıştık.Halen üçüncü kuşak olarak dede yadigârı Memleket Eczanesi'ni sürdürmeye çalışırken 2004'ten bugüne Ecz. Sabit Duran'ın Ereğli Tarihi'ni yayınlamak üzerine başladığım çalışmalar beni bir yerel tarih tutkunu haline getirdi.Geçen yılsonu yayımlanan "Kastamonu ve Bolu Salnamelerinde Ereğli" adlı bir kitabım var..
Clavijo ve Tournefort

Ereğli, tarihi boyunca yerli ve yabancı bir çok seyyahın rotasında yer almış ve hepsi tarafından övgüyle, beğeniyle söz edilmiş bir kent.

Sevgili Gürdal Özçakır’la birlikte yaptığımız araştırmalarımızda ulaştığımız bu seyyahların ikisinden söz etmek istiyorum ilk yazımda size; kısaca.

Antik çağ Herakleia’sından söz eden yazarları ayrı bir yazıda ele alırız.

Ereğli’den söz eden ilk Avrupalı seyyah, Papalık özel emriyle 1403 yılında Timur'un sarayına elçi olarak gönderilmiş olan; 23-24 Mart 1404 tarihlerinde Ereğli’de bulunduğunu 1582’de Embajada a Tamorlán (Timur Ülkesine Elçilik) adıyla yayınlanan kitabından öğrendiğimiz bir İspanyol asilzadesi, Ruy Gonzales de Clavijo’dur.

Ereğli, de Clavijo’nun konaklama noktaları arasında yer almaz. Hava şartları kentin limanına sığınmalarına neden olur. Kitabının özgün baskısından ulaşıp yaptığımız çevirisinde, aşağıdaki cümlelerle söz eder kentimizden:

Sonraki Pazar günü, akşamüstü Türk sultanının en büyük oğlu Süleyman Çelebi’ye ait olan Pontoraquia adlı bir Türk şehrinin yakınında bir limana vardılar.

Pazartesi rüzgârın uygun olmaması nedeniyle burada konaklamak zorunda kaldılar. Pontoraquia şehri en yükseğinin üzerinde çok sağlam ve güçlü bir kale olan birkaç tepenin üzerinde kurulmuştur. Nüfusu az ve halkı az sayıda Türk hariç tamamen Rum olan şehir bir süre önce Konstantinopolis imparatoruna aitti. Bize anlatıldığına göre, yaklaşık aşağı yukarı otuz yıl kadar önce Konstantinopolis imparatoru burayı Süleyman Çelebi’nin babası olan Türk sultanına binlerce duka karşılığında satmış. Bu şehir güzel limanından ötürü çok ünlüdür ve adını onu kuran Ponto adındaki bir imparatordan ve Raquia adını verdikleri bölgeden alır: (1)

Bu metin, Ereğli’nin Osmanlı egemenliğine geçiş tarihini ortaya koyması açısından halen elimizdeki en sağlıklı bilgidir. Son cümle, sizi şaşırtmasın. O tarihlerden yaklaşık yüz elli yıl önce, Bizans’ın zayıflaması sonucu Amasra ve Ereğli gibi Karadeniz’in önemli limanları Cenova egemenliğine geçmiştir. Ve Cenovalılar, yani yerel halkın dilindeki adlarıyla Cenevizliler, Ereğli’yi o tarihlerdeki atlaslarında da belgelendiği gibi “Punta Rachia” olarak adlandırırlar. 1928 tarihli American Geographic Society yayını olan ve 1452 - 1453 tarihlerinde Cenovalı bir denizci tarafından çizilmiş Dünya Haritasını ele alan The Leardo Map of the World adlı kitabın 45 ve 46. sayfalarında "punta rachia = anct. (antik) Heraklea Pontica, mod. (modern, günümüz) Bender Ergli (ibid-aynı yerde)" olarak Ereğli’nin belirtildiğini görüyoruz. Kentimizin bu adı, İspanyolca’ya Ponto Raquia olarak geçmiştir. de Clavijo’nun Pontus, yani antik dönemdeki Karadeniz’i ifade eden Ponto’yu bir hükümdar; Herakles’i, yani antik kente kurucusu olarak ismini verdiği bilinen kahramanı bölge olarak nitelemesinin, kitabının ölümünden 170 yıl sonra yayımlanması sonucu meydana gelebilecek ifade ve yazım yanlışlarına bağlanması gerektiği kanısındayım.

Bu tarihten sonraki ilk yayın, de Clavijo’dan yaklaşık üç yüzyıl sonra, 1699'da imzalanan Karlofça Antlaşması'nın ardından Fransız hükümeti tarafından botanik araştırmaları yapmak üzere doğu seyahatine gönderilen doğabilimci ve botanik uzmanı bilim adamı Joseph Pitton de Tournefort’a aittir. Söz konusu seyyah, 1 Mayıs 1701’de Ereğli’ye gelmiş ve ertesi gün ayrılmıştır.

Türkçede Tournefort Seyahatnamesi-İkinci Kitap: Türkiye, Gürcistan, Ermenistan ismiyle yayımlanan kitabında Ereğli kısa bir paragraf olarak geçilir (2) Oysa eserin aslında çok daha uzun yer almaktadır (3). Metnin tamamını, yayınlatabilirsek eğer Eczacı Sabit Bey’in Ereğli Tarihi’nde okuyabileceksiniz.

de Tournefort, mesleği gereği yörede saptadığı bitkilerden söz etmekle kalmaz, kentin antik kaynaklara dayalı tarihinden de kesitler verir. Eserinin bizim açımızdan en önemli özelliği ise, Ereğli’ye ait bildiğimiz en eski gravüre sahip olmasıdır.

Fabrikanın yapılmasından hemen önce, 1962 yılında henüz bozulmaya uğramamış haliyle Ereğli’yi inceleyen ilk (ve tek) arkeolog olan Avusturya Bilimler Akademisi üyesi Wolfram Hoepfner, antik döneme ait bir yapıyı ele aldığı eserinde (4) bu gravürden şöyle söz eder:

Roma dönemine ait dış mahalle üzerinde, sadece tek tek yeniden kullanılmış mimari parçaları bulabilmemize rağmen, eski gezginler [Eugène Boré ve William Francis Ainsworth-ikisi de 1838 yılında Ereğli’de bulunmuşlardır, daha sonra ele alacağız] Roma tapınağının kalıntılarından söz ederler. Ainsworth, bundan başka birçok mozaikten bahseder. Kız Kapı çevresinde bulunmuş olması gereken yapının kesin yeri için, Ainsworth’un yaptığı Herakleia planı oldukça önemlidir. Bu plan üzerinde mağaralar vadisine giden yolun yakınında, yaklaşık 65 m. uzunluğunda, haç şeklinde planı olan bir yapı gösterilmiştir. Bu yapı, ek yazıya göre, metinde belirtilen “tapınak”tır. Buna karşın plan şeklinden, kuzeye açılan bir alan etrafında dizilmiş, üstü kapalı 3 yapı olduğu sonucuna varılabilir. Fakat metin notları olmadığı için, kaydedilen bu yapı şekline büyük önem verilemez. Pitton de Tournefort’un, 1701 yılında çizdiği Herakleia manzarası başka sonuçlar aktarır. De Tournefort, bu manzarayı yaptığı sırada, kuzeyde körfezde demirlemiş seyahat gemisinde bulunuyordu. Kadınlar orada çadır kurdukları için -yazdığına göre- ne yazık ki ziyaret edemediği şehir kapısının yakınındaki büyük harabeleri gemisinden gözlemledi. Resim üzerinde hala yeri ve yapımı Ainsworth’un planındaki bilgilerle uyuşan, dik açı planlı bir yapının söz konusu olduğunu görebilmekteyiz. Kuzey duvarının, büyük kemer kapılarından oluşmuş olduğu görülmektedir. Bir çizgi ile avlu şeklindeki harabenin diğer duvarları belirtilmiştir. İçeride ve buranın kuzeyinde, kadınların belirtilen çadırları bulunmaktadır.

Tournefort, kenti aşağıdaki gibi kısaca tasvir eder:

Penderakhi (5), eski Heraklea kentinin yıkıntıları üzerinde kurulmuş küçük bir kenttir; yıkıntılara, özellikle de surlarda kullanılmış ve hala deniz kıyısında durmakta olan iri dörtgen taşlara bakılacak olursa, zamanında Heraklea Doğu’nun en güzel kentlerinden biri olmalıdır. Yer yer kare biçimli kulelerle tahkim edilmiş kent surunun Bizans imparatorları döneminden kaldığı izlenimi uyanmaktadır. Kentin her yanında sütunlarla, baştabanlarla ve korunması konusunda hiçbir özen gösterilmemiş yazıtlarla karşılaşılmaktadır. Bir caminin yakınındaki Türk evinin kapısının bir tarafında imparator Trajan döneminden kaldığı anlaşılan P. B. A. TPAIAN, diğer tarafında TOKPAT•PI yazan mermer sütunlar görülmektedir (6). Bu kent denize egemen yüksek bir yamaçta kurulmuş ve bütün yöreye hükmetmek amacıyla yapıldığı kanısını uyandırmaktadır. Kara yanında, iri mermer parçalarıyla yapılmış çok yalın bir eski kapı bulunmaktadır (7). Daha ilerilerde, antikçağa ait başka kalıntıların da bulunduğu söylendi, ama gecenin yaklaşması ve bu viranelerin yakınına kadınların çadırlarının kurulmuş olması bu bölgeleri görmemizi engelledi. Asla beklemediğimiz bir şanssızlık sonucu hiç rehber bulamadık: Rumlar Paskalyalarını kutluyor ve o gün çok içmek ve çok dans etmek özgürlüğünü elde etmek üzere kadıya verdikleri paranın karşılığını almak istiyorlardı. Bu nedenle doğu yönünde, kentin aşağı kesiminde, görünüşe göre Lykus’un durgun sularının kokuştuğu bataklığa kadar olan yöreyi rastgele dolaştık (8).

Devamında Tournefort, bu bataklıkları geçmeyi başaramayıp şehre döndüklerini belirtir. Dönüş yolunda rastladıkları ve Heraklea Panax’ı adını verdiği bir bitkiden uzun uzun söz eder.

Tournefort, kitabındaki Ereğli hakkındaki anlatımını “Günümüzde burada ne Tiranları, ne Romalıları, ne de Cenevizlileri bilirler. Bir Kadı adaleti uygular, bir Voyvoda Rumların kişi başına düşen vergilerini belirler, Türkler ise sadece Sultanın hakkını öder, geçmişte neler yaşandığıyla hiç de ilgilenmeden bu güzel harabelerin arasında sükûnet içinde tütün içmekten mutlu yaşarlar.” cümlesiyle bağlar.

Antik dönemin çevresine hakim olmuş kraliçe başşehri Ereğli’yi 18. yüzyıldaki durgun haliyle çok güzel anlatan bir cümledir bu…

...................................................................................................................................

Dipnotlar:

1) Narrative of the Embassy of Ruy Gonzalez de Clavijo to the Court of Timour at Semercand A.D. 1403/6 – Clements R. Markham –London, 1859 s: 56-57. / Embajada a Samarcanda. Vida y hazañas del gran Tamorlán – Madrid, 2008 s:56. İspanyolca metinden çeviri için sevgili Şen İnal’a gönül dolusu teşekkürler.

2) Tournefort Seyahatnamesi-İkinci Kitap: Türkiye, Gürcistan, Ermenistan, Joseph de Tournefort-Editör: Stefanos Yerasimos-Çeviri: Teoman Tunçdoğan-İstanbul, 2005 s: 110-111.

3) Relation d’un Voyage au Levant – Pitton de Tournefort – Tome 3e – Lyon, 1727 s: 23-36.

4) Herakleia Pontike-Ereğli, Bir Yapı Tarihi İncelemesi-Wolfram Hoepfner-Yayımlanmamış Çeviri s: 48-84. Herakleia Pontike-Ereğli, Eine Baugeschichtliche Untersuchung-Wolfram Hoepfner-Wien, 1966 s: 57-93.

5) Penderakhi, Pontus Heraklea’nın halk ağzında bozulmuş şeklidir.

6) Söz konusu Cami, bugünkü Orta Camii’dir. Halen Caminin caddeye bakan kısmında yer alan ve son restorasyonda temizlenerek ortaya çıkarılan söz konusu yazıt ve sütunları, Tournefort farklı bir konuta ait sanmış olmalı.

7) Bu Kapı, bugün ne yazık ki yoktur. Daha sonraki seyyahların da söz ettiğini göreceğimiz bu sur bölgesini dedem Eczacı Sabit Bey, Tarih’inde “kasabanın garp [batı] tarafında ve Bozhane iskelesine muttasıl [bitişik] olan kapusu ki bu kapının bugünkü Hacıraşitler apartmanın [bugün de var olan, Bozhane’de altından kemerli sokak geçen eski Rum Sübyan Mektebi binası] olduğu yer olması muhtemeldir. Zira o apartmanın yanındaki arsada Belediye Reisi Çerkes oğlu Yani Ağa zamanında taştan yekpare [tek parça] bir kemer çıkmıştı, bu kemerin açıklığı 3 metro vardı. Bu apartmanın 10 metro doğusunda ve bugün 10 metro yüksekliğinde, yola doğru meyilli bir taş kitlesi [bu kitle de büyük bölümü sarmaşıklara boğulmuş olsa da Çınar Apartmanının arkasında halen korunmaktadır] vardır ki bu kütlenin üstünden taşlar alındığı ve bu kitlenin oldukça yüksek olduğu etrafındaki kal’a divarlarının vaziyetinden anlaşılmaktadır. Bu kitlenin önünden geçen yolun deniz tarafında, yani Neyrenli Ziya’nın ve Hafız Mehmed’in evinin altından geçen 4 metro yükseklikteki sürleri bugün mezkür [söz konusu] evlerin temellerini teşkil etmektedir. Bu sürle, deniz tarafından müdafaa edilen [korunan] bu yol, kale içinden limana ve rıhtıma giden en işlek yoldur” şeklinde anlatır ve “Bugün yaşayan ihtiyarların sözlerine göre bundan 65 yıl önce 4 metro yükseklikteki bu sür bulunmakta imiş” cümlesini dipnot olarak verir.

8) Sözü edilen nehir, antik dönemdeki adıyla verilmiş olan Gülüç Nehridir. Daha sonraki dönem (19. Yüzyıl) seyyahlarının anlatımında “Kılınç-Kılıç” olarak geçen ismin zamanla Gülüç’e dönüştüğü anlaşılmaktadır.

 
Gösterim : 3600
YORUMLAR
Web sitemiz 04.03.2012 tarihinden itibaren;
Toplam: 21548594, Bugün: 2699 kez ziyaret edilmiştir.